Ücra'nın 'Mustafa Irgat' Sayısından.
Ah! Ya! Hu!
- ayşe şiir’e -
1976
yılıydı (kim sanıyorsa) sanırım, omuzum-uz bir melek uçurur. o gün bilinç-dışı
uçar “temsil edilemeyen’e”. tutabilene aşk olsun. gömebilene.
…
bende
aile’m eksik’tir. bir soluk ha eksik, ha’tam. “bu benim’dir”, derim-sonra;
tünel özne’sne’nin gidişgeliş ayar’dığı kapalı hava’dır. tut gözlerini açarsın
havada bulut. uzun bu sunulan “yemiş”-memiş. memet’in ilgisi memet’e
turgutuyar’ısı.
bizde
ırgat (mustaaırgat, 1950), “ayna” damarları girift uy’durmuş. “ayna” sessiz’in
adı, ulaşırken sesli unutuşum. yüze yüz kalmış; biribirimize sayımlayalım,
deye. sayımsuyum, ten’den sayıldığın gün.
açılmış
bir tırnak (”), bu ses olasılığı mı. soru yine zarif bir işaret olabilir mi,
bir dize sonunda. böyle gökeyleşir ırgat; sen’sin’dir. yalnız’sin’dir. ayna’nın
biri de göz’dür.
solugh
bölümü:
bi
kimyager için (raş’ben) sabun’la mum aradaki,sabun’la mum arasında eriyen “ait”
var. incitme gerçek’leşir incinme. dil’de yok’sa bun kayar. mum ki dik
“osmanlı” muştusu. belki diyorum boyu kısa’dır, tamir’at gereken “yaşantı” uçar
na u’çar yer-altına, zaman-mekan umarım. umarım marmara’ya ışk u’zar. bun’a kim
itildi bir kimyager (raş’ben) için. bir kılcal merdiveninin bir basamağı
çakılıysa, bataklıklar çırpınmasını öğrendiğimiz.
“kuka”
için bir ve çok anlamdan iki mesel çocukluk türedi, oyunu sürenler için.
çocukların evcilik tarakları (renkli, geniş...) ucunu damladı dan. o oyunun
taşları, mermerleri mezar’mı arıyordu, su’ya ırgat. alt alta
toplansın,ayrıksılaşsın bütün intiharlar. ki (raş’ben) boynumu seveyim. acım
acım akıtılıyorsun.
emiyoruz,
belki “ücra” tat. bu, belki biz (doktor’la) kötücül emicileriz. deniz altında
“alıntıları” ayarsız bir dirimi geçemezsek dayanamayız. -biliyorum, bu bun bir
cümle herkeze.
oysa
o çiğlik seninse bir kök ve mistik değindiğimiz teğ’et, bizi, beni bir düşe bıraktı
ve olsun kandırıldı. emiyoruz ve -artık- hal garipliği ve ses, görüntü vb.
şeyler “proce”lerdik.
“ücra”
sıkı toprak olmaya da razıdır. tartışılsın. o’nla bun’la değil, harfiye
ayrılalım o’nlardan. ayrıtıldık. şimdilik birileri esiyor, gürlüyor, ne güz ve
el bir askıdır, şiir’de gocaman, ottoman hacim.
dorugh
bölümü:
yer’in
om’ca altında; boş bir basamak, gerçek ve bir adım yükseltmeye bu sıcaklık
yetmeyebilir, bir ileri dağılabilir. hala kamburumuzda yansır. yansır bir
bağçeye devleti biçimsizinde tarifleyiş, ve höyükler tek’ti yine “bir” değil.
yinelediğimiz ak edilmemiş yassı, korku tualleri arasında düş(ül)ecek “baş” bir
son’u gösterdi. bu kutsaliyet; mukaddes ihanet; “terbiyesi” onarımsız ve
mürit’li bir terbiyeyi dışlayacaktı ve sıkı toprak parçası yarım ana’lar
doldurur çok sığ öldürülenlerle. ve ben (raş’ben) derim, birşey’i öğretememiş
birine ırgat, ortaklaşanlardan, çabalamış ve çalmış apoletli ağaçların
dinlencesinden bir ışık “olmamış”, varsıl bir “misyon” varolmamakmış.
ey,
hurufat gölgesi, gemini azıya almadan kaşıyorsun pruvanı, sen dua’yla keskin
bir yanını arıyorsun insanın, son duası olursa bu yıldızlara, gömülür. alıp
götürürer, bir kısık ışığı ayla’larlar. kekemeleşir coşku bir bütün gen
tasalarlar.
o
kim’i okuduğuna emr’olmuştur. şeyh müritine sıçrar, şehrin sokağında zamandan
bir kapı açar:
“kibrit
sulu dip derişik akıntılar kökleşir, dökülür elhamdülillah!”
…
o
yapmayalnız koşu gitti odasında. bir boğaz’ın temizlediği tarih indirdi
marmara’ya...
bir
yer’de, bir şey’de, bir kim’de soluyoruz. bekleyen, bekleten oluyor savuruyor
ayağını boşluğa, vurduğu ve vurgun yediği beyaz sayfa dokunuyor nefesine,
sinmiyorsa bu sınırlıkta yasa(k) sana, sen ölüyorsun ama güvercinler bu saçlara
konuyor, toprak kokmuyor, toprak iletmiyor... sadece boşa bir teslim olma.
yanıtımızı “bir” hazırlasaydı nivise’ye.
ciddi
gayrı reddi’sin söze. azıklanmış okşarı kağıtları. tarih bir kum fırtınama
tutulur, ikibinlerde.
solugh
bölümü:
“yalvarmam
ki sorunum ailem’dir,” korodan çıktım, kolkola hapsoldum. gülünmüş bu ten sarı
yasak’lı devamlı tünemiş, kendimi, uzak dururum diye böyle yazdım. zırh
işlenmiş ve koşarken ter şehvetin kokuşurken zevk almaktı. verilen bu kapış
cılkı iyinelenirken nelerin kaçtığı sende öldürmüştür. ırgat... daha ne’yi
görüntüden kurtardı, yara tıl bırakılıp yazılmıştı kulübesinde kuyruğun
süpürdüğü tem, izler yaratılıp daha yazamadan biz ay’lanıvermişiz. herşeyi
bozarak suçlamışız.
böyle(ce)
bir söz’ü resmedebilir, yazıyı kandıralım. biz karadık (ücra), kırmızı boz
aynasını kapsadı. zinhar! poetik ödlerimiz patlamada, sevgili boncuklar
görünmek için dizgeleşir misiniz.
sanki
“tanış” tarih’te notların, noktaların düzmece uykusuzluğun ve uykusuzluk
san’at, hayatı torbaya katan imha gecikmiş ta ki ikincisi’ne yaraştığımız heves
yarılmaya karşı bir nesne durdurmazmış. ayık ve başka. izdüşüm anılmış ve
basılan deprem eprimiş perdeyi yırtık denize. bir düşü ayıklıyorum, böylece
söyler: çukurda kan niye kalmıştır, birikmiş midir, niye gece olmuştur olanlar,
vampirler roman yaya sığınaktır. yatır’gat diyorum yine.
“doğru”
kaçtın bohemden, dönüşün olmayacağı için, “bir kerre” yarattın, yaratık. ve son
sen söz vermeden cehennemine aguşundun. yaşadığın hayatın çoğunluğu düş.
karabasan görgüsüzü bi çok kişi... bu bilinç-dışı hali ama görüntü bir karanlık
tualde resmedilebilir mi. lehçe’n sabık çün söz söyler, düş.
dorugh
bölümü:
sıfırdan
bir beyaz perde. beyaz, gölgeden gölgeye teslim edilmiş. bir yaratık ararsak
bir daha, yokkk. bu üçgen her açının solundan sıyrılıp, ışık alırken siyahbeyaz
aşınmış, gün kalmış, onları yaşamış, adımbaş’ları yaşamış ve iki üç yazmış.
böyle
yazmanın, anlatının bedeli vardır da, kakışımın, sürükleyişin, yaratışın, karşı
duruşun ne’yi var o’na bakmalıyız. sine’ye yaslanır ama yaşlanmaz.
aşk
da böyle, iyi. ece ece siktir etmiş vehm’i. düzgün yaşamayıp, düzenin söylevine
diskedilmiş kayıttan cayar. öyle bir ürer ve üretir, ölü doğur, bir yaratığım
mı olur.
bugünü
eyliyor hurç ucumuzda, bir uyuyorduk zannıyla, uyuşan sadeliğe yükseldik. kuş
vb. şunu söyleyledin: “terbiyet kanadını ilk-el ana-anlatı karmaşamızın üstünü
örttü;” zikri zerkeyledik, söz ötesine. bilinmezin kıyısında durmadık, zaten
bilinemezdi, bu. ve bunu sözleyledin: ‘Bir gün “şair” hoş-hâl ola, haber eyle,
ta kim hazretine varıp özür dileyim.’ ol şair iç-güdüsüyle hal eylendi, damla
kadar sofu idi ve “ait” hissetmedi. ayak ucumuzda dünya hissettik, ağ için. ve
şunlar için desteyledin: “Şair Güdü’n - Yüklü’Özne’nin dediği zuhura geldi.”
şiir fuhuş aracı idi, erkten şehvetini kaldırmadı zannımca, uçu verdi, kayı
verdi. dul güdü’ye “Yeniden Üretim Tarzı Hazretleri”nden istedi gaip çocuğunu.
altı çocuk bu diyeti tüketim hissetmediler, çoğul çoğul koyuttular. yok-çoğul
bir resim, elimizde, avucumuzda arzu nesnesi. koltuk-altlarımızdan uçar fani
şeytan, neresinde, bunun, der; gıcırtı.
ş’imdi,
haykırış (sestir), kahkaha (hır’dır), ha nefesini bir araya eyleyelim, bu bir
motiftir (türk) ise kendi’si için bu si açıklanmalıdır karşılığı var’sa
karşıtı. diye hiç’se biz neyi temiz’lik tutacağız. bu soruya bir cevap,
varsın... uçucu kimlikler topluluğu, gelip geçer mi darb-ı mesel, kime
anlatılıp, alt edilecek... elele tutuşup bir yazgı mı, şehvet/şiddet. ha
söyleyleyelim: “Kurban adına, ölümü biraz daha temiz tutalım”
Bülent
KEÇELİ
(Ücra-25
Mayıs 2005)
--
Murat Üstübal'a Teşekkürler.