sf. 8
sf. 39
sf. 44
Mustafa Irgat’ın 1990’larda Sanat Dünyamız dergisi için hazırladığı, Türk şiirinden süzdüğü Bahçe konulu, izlekli şiirler de aynı gelişmeyi dile getiriyordu: Hâşim’den, Yahya Kemal’den başlayan; Tarancı, Tanpınar, Oktay Rifat’ta süren bir çizgi çekiyor çağdaş şiirimizde Bahçe; sonra da usul usul cılızlaşan bir su gibi günümüze doğru kayboluyor. Türk resminde, musikisinde de öyle: Ne Doğa, ne Ölüdoğa artık – yalnızca büyük bir duman yükseliyor yapıtlardan.
Ya 1960 ya da 1961 yazı. Tuzla’da, Amerikan Kampı’ndayım. ‘60 ise ‘Lider’, ’61 ise Program Direktörü’yüm.
Bir cumartesi. İki haftalık kamp döneminin tamamlandığı, yeni bir dönemin açıldığı gün. “Konukların var, seni soruyorlar” diye haber geldi, yönetim binasına gittim.
Orada, 35 - 40’ında iki kadın ile belki 50’sinde bir erkek, yanlarında iki çocuk, beni bekliyorlar.
Kadınlardan biri “Benim adım Mina Urgan, sizin adınızı Sabri Altınel verdi, oğlumu kampa getirdik, sizi bulmamı söyledi” dedi. Oğlu Mustafa Irgat’tı, galiba 10 yaşındaydı, öteki çocuk onun küçük kardeşi Zeynep. Öbür erkek ve kadın ise Ruhi Su ile Sıdıka Su. (Demek henüz Ilgın yokmuş ortalıkta.)
Adını bildiğim, sesini, bir türküsünü duymadığım Ruhi Su ile o gün orada tanıştım.
Mustafa, Mina Urgan’la Cahit Irgat’ın oğluydu. Sessiz, biraz içe kapanık, duygulu, alıngan, zeki bir çocuktu. Kampa da sanırım biraz sosyalleşmesi, akranlarıyla çok çeşitli etkinlikler içinde ve rahat, ferah bir ortamda bir arada olması için getirilmişti. Çok güzel bir 14 gün geçirdi.