Mehmet H. Doğan'ın hazırladığı Yüzyılın Türk Şiiri'nde Mustafa Irgat (ve İzzet Yasar)
OKU
24 Şubat 2010 Çarşamba
Haydar Ergülen'in "Günler Geçer" yazısı
Haydar Ergülen'in Varlık Kasım 2007'de basılan yazısı.
(bu da bulunsun istedim, mütealliktir beyler)
OKU
(bu da bulunsun istedim, mütealliktir beyler)
OKU
Nar 9'daki Cahit ve Mustafa Irgat Özel Bölümü
Cahit Irgat'ın "Peşinden Söylenen Şarkılar" ile Mustafa Irgat'ın "(Hür) Şeref Bakanlığı'nın Bahçesinde, Eşref Saatinde, Ölüm Silerken İmzayı" şiirleri bakışımlı olarak kağıda mıhlanmış.
OKU
OKU
Mustafa Irgat - Ters Nefeste Beklemek (Defter 17)
Mustafa Irgat'ın Defter 17'de yayınlanan Ters Nefeste Beklemek şiiri.
- "Nerdeyiz, nicedir sallanıyoruz Stavrogin?"
- "Düzey'e geldik, kalem değmez'e be beyoğlu'm."
OKU
- "Nerdeyiz, nicedir sallanıyoruz Stavrogin?"
- "Düzey'e geldik, kalem değmez'e be beyoğlu'm."
OKU
Efe Murad'ın "Fotoğraf Sanatında Maddeleşme: Mustafa Irgat Kırpıntıları" yazısı
Efe Murad'ın "Fotoğraf Sanatında Maddeleşme: Mustafa Irgat Kırpıntıları" yazısı.
Sanat Dünyamız 108'den.
OKU
Sanat Dünyamız 108'den.
OKU
Ahmet Güntan'ın Mustafa Irgat Yazıları
Ahmet Güntan'ın İyot'taki iki yazısı:
- Benim Bildiğim Mustafa
- Kendinde-Şair Mustafa Irgat'ın Şiiri Üstüne Ek Notlar*
* Bu yazı 'değiniler'de bulunan baschibozuck.com'un ""Ece Ayhan’ın tüp şairleri" Bir Edip Cansever incisi. Mustafa Irgat ve İzzet Yasar için döktürmüştür." kelamına binaen yazılmıştır.
21 Şubat 2010 Pazar
Mustafa Irgat çevirisi: Barthes'tan "Sabunlar ve Deterjanlar"
70'lerin Birikimi Sayı: 13
Sabunlar ve Deterjanlar
Roland Barthes
Dünya çapında ilk deterjan ürünleri kongresi (Paris, Eylül 1954) herkesin, Omo'nun aldatıcı esenliğine kapılmasına yol açtı. Deterjan ürünleri cilde zararlı olmadığı gibi, maden işçilerini, “silikoz” denilen cilt hastalığından da belki kurtarabilirdi. Bu ürünler için birkaç yıldır öylesine yoğun bir reklam yapılmakta, deterjanlar Fransa'nın günlük hayatına öylesine yerleşmektedirler ki, psikanalistlerin bu soruna biraz ilgi göstermeleri gerekir. Temizleyici sıvıların (Javel) psikanalizi, sabun tozlarınınkiyle (Lux, Persil) ya da deterjanlarınkiyle (Rai, Paic, Crio, Omo) yararlı bir biçimde karşılaştırılabilir böylece. Duruma göre, hastalık ile hastalığın çaresinin, ürün ile kirliliğin ilişkileri bir hayli farklıdır.
Örneğin Javel suyu, dikkatle ölçülerek kullanılmazsa, yıkanılan şeye zarar veren, onu “yakan” bir çeşit ateş suyu sayılmıştır öteden beri. Madenin zorlu ve yıpratıcı bir değişimi olabileceği düşüncesine dayanan efsaneler doğar bu tür ürünlerden. Etkileyici madde ya kimyasaldır, ya da zedeleyi-cidir : Ürün, kiri «öldürür». Bunun tersine, tozlar, ayırıcı bir nitelik taşırlar; onların görevi, temizlenen şeyi geçici kusurlarından kurtarmaktır. Bu durumda, kir artık öldürülmez, «kovulur» yalnız. Omo reklamlarının doğurduğu hayallerde, kirlilik, Omo'nun gözdağı vermesiyle bile, dakkasında sıvışıveren, çelimsiz ve kapkara bir düşmandır. Klorlar ve amonyaklar, kurtarıcı ama kör bir ateşin elçileridir. Tersine, tozlar ayırıcıdırlar; yıkanan şeyin dokusu arasından kire yol gösterirler; görevleri, savaş değil, polisliktir. Bu ayrımın etnografik karşılıkları da vardır: Kimyasal sıvılar, eski usulde çamaşır yıkayan kadının, çamaşır dövmesinin bir uzantısı gibidir; tozlar ise, ev kadınının yıkama teknesinde kirli çamaşırları sıkması ve çitilemesinin yerini tutar.
Ne var ki, tozlar söz konusu olunca bile, psikolojik reklamı, psikanalitik (bu “psikanalitik” kelimesini özellikle hiçbir akıma bağlanmadan kullanıyorum) reklamla karıştırmamalı. Örneğin Persil Beyazlığının saygınlığı, kesin bir sonuç üstüne kuruludur; bir ötekinden daha beyaz olan iki şey karşılaştırılarak, kişilerin özentileri, toplumda sivrilmek istekleri harekete geçirilir. Omo'nun reklamı, ürünün etkisini (üstelik abartıcı bir biçimde) gösterir; özellikle de, bu etkinliğin sürecini ortaya çıkarır. Böylece, maddenin bir çeşit yaşama tarzına bağımlı kalan tüketiciliği, bir sonuçtan yalnızca kârlı çıkarmakla kalmaz, ürünle bir bakıma özdeşleşir, bir kurtuluşun suç ortağı olur. Bu durumda madde bazı üstün değerleri kendinden edinir.
Omo, deterjan olarak, oldukça yeni iki değer daha çıkarmıştır ortaya : Derinliğine yıkama ve köpürme. Omo'nun derinliğine temizlediğini söylemek şimdiye kadar aklımıza gelmeyen bir şeyi, yani çamaşırların belirli bir derinliği olduğunu varsaymaktadır. Böylece hiç şüphesiz, çamaşır kavramı çekici bir nesne olur; sarılma ve okşama türünden her insanda varolan belli belirsiz dürtüleri boşuna uyarır. Köpüğün ise, belleğimizde belli bir lüks anlamı taşıdığı herkesçe bilinir : İlk bakışta yararsız görünse de, küçük bir miktarın, bol bol, kolayca ve neredeyse sonsuz bir biçimde çoğalması; köpüğün içinde gürbüz bir kaynak, sağlıklı ve güçlü bir öz, çok bol sayıda etkin maddeler bulunduğu şansını uyandırır. Bundan başka köpük, maddeyi hava gibi hayal etmek isteyen tüketici için ayrıca zevkli bir şeydir; bedende yarattığı uçucu teması dolayısıyla hem hafiftir, hem de yer çekimi yokmuşçasına dikinedir. Köpük, yiyecekler arasında (kaz ciğeri ezmesi, bir takım mezeler, şarap); giyecekler arasında (muslin, tül); sabunlar arasında {banyo yapan sinema yıldızı) mutluluk veren bir şey sayılır. Ruhun, bir hiçten her şeyi, küçük nedenlerden büyük etkileri çekip çıkarabildiği inancı bulunduğuna göre, köpük, belli bir ruhaniliğin simgesi de olabilir (kremlerin, sopitif nitelikte, bambaşka bir psikanalizi vardır: Kremler, yüz kırışıklıklarını, acıları, yanmayı, v.b. yok ederler). Asıl önemli olan, deterjanın yıpratıcı işlevini örtbas edebilmek; tüketicinin hayal gücünde, hem nüfuz edici, hem de hava gibi uçucu olan, çamaşırları yıpratmadan onların molekül düzenini etkileyen nefis bir ürünün hayalini yaratmaktır. Bu ürünlerin sağladığı aldatıcı esenlik, bize şunu da unutturmamalı : Persil ile Omo, bir açıdan, yani Ünilever adlı İngiltere-Hollanda tröstü açısından, birbirinin tıpatıp eşidir.
çev. Mustafa Irgat
Sabunlar ve Deterjanlar
Roland Barthes
Dünya çapında ilk deterjan ürünleri kongresi (Paris, Eylül 1954) herkesin, Omo'nun aldatıcı esenliğine kapılmasına yol açtı. Deterjan ürünleri cilde zararlı olmadığı gibi, maden işçilerini, “silikoz” denilen cilt hastalığından da belki kurtarabilirdi. Bu ürünler için birkaç yıldır öylesine yoğun bir reklam yapılmakta, deterjanlar Fransa'nın günlük hayatına öylesine yerleşmektedirler ki, psikanalistlerin bu soruna biraz ilgi göstermeleri gerekir. Temizleyici sıvıların (Javel) psikanalizi, sabun tozlarınınkiyle (Lux, Persil) ya da deterjanlarınkiyle (Rai, Paic, Crio, Omo) yararlı bir biçimde karşılaştırılabilir böylece. Duruma göre, hastalık ile hastalığın çaresinin, ürün ile kirliliğin ilişkileri bir hayli farklıdır.
Örneğin Javel suyu, dikkatle ölçülerek kullanılmazsa, yıkanılan şeye zarar veren, onu “yakan” bir çeşit ateş suyu sayılmıştır öteden beri. Madenin zorlu ve yıpratıcı bir değişimi olabileceği düşüncesine dayanan efsaneler doğar bu tür ürünlerden. Etkileyici madde ya kimyasaldır, ya da zedeleyi-cidir : Ürün, kiri «öldürür». Bunun tersine, tozlar, ayırıcı bir nitelik taşırlar; onların görevi, temizlenen şeyi geçici kusurlarından kurtarmaktır. Bu durumda, kir artık öldürülmez, «kovulur» yalnız. Omo reklamlarının doğurduğu hayallerde, kirlilik, Omo'nun gözdağı vermesiyle bile, dakkasında sıvışıveren, çelimsiz ve kapkara bir düşmandır. Klorlar ve amonyaklar, kurtarıcı ama kör bir ateşin elçileridir. Tersine, tozlar ayırıcıdırlar; yıkanan şeyin dokusu arasından kire yol gösterirler; görevleri, savaş değil, polisliktir. Bu ayrımın etnografik karşılıkları da vardır: Kimyasal sıvılar, eski usulde çamaşır yıkayan kadının, çamaşır dövmesinin bir uzantısı gibidir; tozlar ise, ev kadınının yıkama teknesinde kirli çamaşırları sıkması ve çitilemesinin yerini tutar.
Ne var ki, tozlar söz konusu olunca bile, psikolojik reklamı, psikanalitik (bu “psikanalitik” kelimesini özellikle hiçbir akıma bağlanmadan kullanıyorum) reklamla karıştırmamalı. Örneğin Persil Beyazlığının saygınlığı, kesin bir sonuç üstüne kuruludur; bir ötekinden daha beyaz olan iki şey karşılaştırılarak, kişilerin özentileri, toplumda sivrilmek istekleri harekete geçirilir. Omo'nun reklamı, ürünün etkisini (üstelik abartıcı bir biçimde) gösterir; özellikle de, bu etkinliğin sürecini ortaya çıkarır. Böylece, maddenin bir çeşit yaşama tarzına bağımlı kalan tüketiciliği, bir sonuçtan yalnızca kârlı çıkarmakla kalmaz, ürünle bir bakıma özdeşleşir, bir kurtuluşun suç ortağı olur. Bu durumda madde bazı üstün değerleri kendinden edinir.
Omo, deterjan olarak, oldukça yeni iki değer daha çıkarmıştır ortaya : Derinliğine yıkama ve köpürme. Omo'nun derinliğine temizlediğini söylemek şimdiye kadar aklımıza gelmeyen bir şeyi, yani çamaşırların belirli bir derinliği olduğunu varsaymaktadır. Böylece hiç şüphesiz, çamaşır kavramı çekici bir nesne olur; sarılma ve okşama türünden her insanda varolan belli belirsiz dürtüleri boşuna uyarır. Köpüğün ise, belleğimizde belli bir lüks anlamı taşıdığı herkesçe bilinir : İlk bakışta yararsız görünse de, küçük bir miktarın, bol bol, kolayca ve neredeyse sonsuz bir biçimde çoğalması; köpüğün içinde gürbüz bir kaynak, sağlıklı ve güçlü bir öz, çok bol sayıda etkin maddeler bulunduğu şansını uyandırır. Bundan başka köpük, maddeyi hava gibi hayal etmek isteyen tüketici için ayrıca zevkli bir şeydir; bedende yarattığı uçucu teması dolayısıyla hem hafiftir, hem de yer çekimi yokmuşçasına dikinedir. Köpük, yiyecekler arasında (kaz ciğeri ezmesi, bir takım mezeler, şarap); giyecekler arasında (muslin, tül); sabunlar arasında {banyo yapan sinema yıldızı) mutluluk veren bir şey sayılır. Ruhun, bir hiçten her şeyi, küçük nedenlerden büyük etkileri çekip çıkarabildiği inancı bulunduğuna göre, köpük, belli bir ruhaniliğin simgesi de olabilir (kremlerin, sopitif nitelikte, bambaşka bir psikanalizi vardır: Kremler, yüz kırışıklıklarını, acıları, yanmayı, v.b. yok ederler). Asıl önemli olan, deterjanın yıpratıcı işlevini örtbas edebilmek; tüketicinin hayal gücünde, hem nüfuz edici, hem de hava gibi uçucu olan, çamaşırları yıpratmadan onların molekül düzenini etkileyen nefis bir ürünün hayalini yaratmaktır. Bu ürünlerin sağladığı aldatıcı esenlik, bize şunu da unutturmamalı : Persil ile Omo, bir açıdan, yani Ünilever adlı İngiltere-Hollanda tröstü açısından, birbirinin tıpatıp eşidir.
çev. Mustafa Irgat
Mustafa Irgat çevirisi: Barthes'tan "Ne o - ne o Eleştirisi"
70'lerin Birikimi Sayı: 13
Ne o - ne o Eleştirisi
Roland Barthes
Günlük L'Express'in ilk sayılarından birinde, dengeli retoriğin nefis bir parçası olan ve yazarı bilinmeyen (anonim) bir eleştiri amentüsü okuduk. Yazıda, eleştirinin «ne bir salon oyunu, ne de bir belediye hizmeti» olduğu ileri sürülüyordu. Anlaşılan eleştiri ne gerici, ne komünist, ne pir aşkına, ne de siyasal olmalıydı.
Burada, bir çeşit sayı kudurganlığını esas alan «ikili dışta bırakma» mekanizması diyebileceğimiz bir tutum söz konusudur. Birçok kez karşılaştığımız bu mekanizmayı kabaca bir küçük burjuva özelliği olarak tanımlayabilirim. Kişi, yöntemlerin hesabını bir teraziyle yapar; sanki ideal bir ruhaniliğe sahip, yapacağı şeylerin etkisi önceden hesaplana-mayan bir hakemmişcesine canının istediği gibi yükler terazinin kefelerini. Ve bu yüzden de, terazinin oku kadar doğru gözükür.
Bu muhasebe işlemi için gerekli daraları, kullanılan terimlerin ahlâkiliği oluşturur. Eski bir terörist yönteme göre, yargılama, ad koymaya eşlik eder («terörizmin dışındayım» diyen her kişi terörizmin dışında kalamaz). Ve kelime, ne olduğu önceden bildirilmeyen bir suçluluğun safrasıyla terazinin kefelerinden birini gelir çökertir. Örneğin ideolojilere karşı kültür çıkarılır. "Kültür, toplumsal saflaşmaların dışında yer alan, soylu ve evrensel bir zenginliktir : Kültür yer çekimine meydan okur. İdeolojilere gelince, taraf tutan icatlardır onlar : Atıver onları da tartıya! Kültürün sert bakışları altında ne birine, ne ötekine hak verilir (kültürün de eninde sonunda bir ideoloji olduğu akla getirilmez). Sanki bir yanda, terazinin rezil oyununu beslemekle yükümlü, hantal ve kusurlu kelimeler (ideoloji, doğma, militan) var; bir yanda da hafif, saf, maddî olmayan, Tanrı yasasıyla soylu kılınmış, sayıların aşağılık yasasına boyun eğmeyecek ölçüde yüce, yalanların hazin hesaplarının üstünde yer alan kelimeler (serüven, tutku, büyüklük, erdem, onur) var. Bu ikinci tür kelimeler, birinci öbekteki kelimelere ahlâk dersi vermekle görevlidir. Yani bir yanda suçlu kelimeler, öbür yanda yargılayan kelimeler var. Ancak, bu canım Üçünü-Taraf olma ahlâkı, kaçınılmaz bir biçimde, yeni bir ikiye bölünmeyle (dichotomie) sonuçlanır; bu bölünme ise, yeterince çapraşık olmadığı için ayıplanan ikilik kadar basittir aslında. Gerçekten de dünyamız, alternatifli bir yapıda olabilir. Ama inanın, Yargı-Kurulu olmayan bir bölünmedir bu : Yargıçlara kurtuluş yok, onlar da pekâlâ aynı geminin yolcusu.
Zaten Ne o-Ne o eleştirisinin hangi yanda yer aldığını anlamak için, sözkonusu eleştiride başka ne gibi mitosların su üstüne çıktığını görmek yeterli. Edebî bir «kültüre» («bütün zamanların sanatına») dayanan her tutumun gönlünde yatan zamandışılık mitosu üstünde fazla durmadan, şu bizim Ne o-Ne o öğretisinde, burjuva mitolojisinde alışılagelmiş iki kaçış kapısı bulunduğunu da belirtmeliyim. Bunların birincisi, «a priori yargının yadsınması» diye tanımlanabilecek belli bir özgürlük anlayışıdır. Oysa bir edebî yargılama, içinde yer aldığı anlayış tarafından belirlenir. Sistem yokluğu bile -hele bu yokluk bir amentü durumuna getirilmişse- gerektiğinde burjuva ideolojisinin (ya da anonim yazarımızın deyimiyle kültürün) pek sıradan bir çeşidi olabilecek, bütünüyle tanımlanmış bir sistemin parçası olur. Hattâ bir kişi, aslında özgür olduğunu direnerek ileri sürerse, onun bağlılığı konusu hiç tartışma götürmez. Her türlü sistematik belirlemeden uzak, masum bir eleştiri uyguladığını ileri süren her kişiye rahatça meydan okunabilir : Ne o-Ne o'lar da bir sistem içinde yer alırlar, üstelik bu sistem, bağlı olduklarını ilân ettikleri sistem de olmayabilir. İnsan ve Tarih, İyilik, Kötülük, Toplum, v.b. hakkında önceden fikir edinmiş olmadan, edebiyat üstüne yargıda bulunulamaz : Ne o-Ne o'cularımızın, “insanı hayretler içinde bırakmayan” aşağılık sistemlere karşı çıkardıkları, sevinerek mânevi değerlerle yükledikleri o basit «serüven» kelimesinde bile, öyle bir kalıtım, öyle kötü bir alınyazısı, öyle bir tekdüzelik var ki! Eninde sonunda her özgürlük, belli bir a priori'den başka bir şey olmayan, bilinen bir tutarlılığa ulaşır. Bu yüzden de, eleştirinin özgürlüğü, taraf tutmayı yadsımak değil (imkânsızdır bu!), tuttuğu tarafı açığa çıkarmak, ya da gizlemektir. Metnimizin ikinci burjuva belirtisi, aldatıcı bir rahatlık içinde, edebiyatın ölümsüz değeri olarak bilinen «üslûba» değinmesidir. Oysa, hiçbir şey Tarihin soruşturup yargılamasından kurtulamaz, iyi yazmak bile. Üslûp bütünüyle eskimiş bir eleştirel değerdir. Bazı önemli yazarların klasik mitolojinin bu son kalesine saldırdıkları şu dönemde, «üslûbun» yanında yer almak belli bir arkaikliğin kanıtıdır : hayır, bir kez daha «üslûba» geri dönmek, yenilikler umulan bir serüven olamaz! Sonraki sayılarından birinde daha aklı başında davranan L'xpress, sihirli bir çareye başvurulur gibi Stendhal'i imdada çağıranlara («Stendhal gibi yazılmış») karşı, A. Robbe-Grillet'nin yerinde bir çıkışını yayımladı. Belki, bir üslûpla bir insanlığın birleşmesi (Anatole France örneği) Edebiyatı temellendirmeye yetmiyor artık.
Giderek sözümona insancıl bunca eserde saygınlığını yitiren “üslûbun”, sonunda a priori kuşkulu bir nesne durumuna gelmesinden korkulur. Böyle olmasa bile, bir eseri değerlendirirken, onun üslûbunu, ancak yazarın işine gelirse hesaba katmak gerekir. Elbet bu, Edebiyat belli bir biçim oyununun dışında varolabilir demek değildir. Ne var ki, tanrısal bir aşkınlıkla yönetecekleri iki yanlı bir evrenin tutkunları olan bizim Ne o-Ne o'-cuların ister hoşuna gitsin, ister gitmesin, iyi yazmanın karşıtı kötü yazmak değildir mutlaka. Günümüzde belki bu, yazmak'tır sadece. Edebiyat zorlu, çetin ölümcül bir durum olmuştur. Kurtarmaya çalıştığı şey artık süsleri değil, postudur. Yeni Ne o-Ne o eleştirisinin bir mevsim gecikmiş olmasından korkarım.
çev. Mustafa Irgat
[kaynak]
not: birikim dergisi çevirmenin adını vermeye yüksünmüş, sağolsunlar.
Ne o - ne o Eleştirisi
Roland Barthes
Günlük L'Express'in ilk sayılarından birinde, dengeli retoriğin nefis bir parçası olan ve yazarı bilinmeyen (anonim) bir eleştiri amentüsü okuduk. Yazıda, eleştirinin «ne bir salon oyunu, ne de bir belediye hizmeti» olduğu ileri sürülüyordu. Anlaşılan eleştiri ne gerici, ne komünist, ne pir aşkına, ne de siyasal olmalıydı.
Burada, bir çeşit sayı kudurganlığını esas alan «ikili dışta bırakma» mekanizması diyebileceğimiz bir tutum söz konusudur. Birçok kez karşılaştığımız bu mekanizmayı kabaca bir küçük burjuva özelliği olarak tanımlayabilirim. Kişi, yöntemlerin hesabını bir teraziyle yapar; sanki ideal bir ruhaniliğe sahip, yapacağı şeylerin etkisi önceden hesaplana-mayan bir hakemmişcesine canının istediği gibi yükler terazinin kefelerini. Ve bu yüzden de, terazinin oku kadar doğru gözükür.
Bu muhasebe işlemi için gerekli daraları, kullanılan terimlerin ahlâkiliği oluşturur. Eski bir terörist yönteme göre, yargılama, ad koymaya eşlik eder («terörizmin dışındayım» diyen her kişi terörizmin dışında kalamaz). Ve kelime, ne olduğu önceden bildirilmeyen bir suçluluğun safrasıyla terazinin kefelerinden birini gelir çökertir. Örneğin ideolojilere karşı kültür çıkarılır. "Kültür, toplumsal saflaşmaların dışında yer alan, soylu ve evrensel bir zenginliktir : Kültür yer çekimine meydan okur. İdeolojilere gelince, taraf tutan icatlardır onlar : Atıver onları da tartıya! Kültürün sert bakışları altında ne birine, ne ötekine hak verilir (kültürün de eninde sonunda bir ideoloji olduğu akla getirilmez). Sanki bir yanda, terazinin rezil oyununu beslemekle yükümlü, hantal ve kusurlu kelimeler (ideoloji, doğma, militan) var; bir yanda da hafif, saf, maddî olmayan, Tanrı yasasıyla soylu kılınmış, sayıların aşağılık yasasına boyun eğmeyecek ölçüde yüce, yalanların hazin hesaplarının üstünde yer alan kelimeler (serüven, tutku, büyüklük, erdem, onur) var. Bu ikinci tür kelimeler, birinci öbekteki kelimelere ahlâk dersi vermekle görevlidir. Yani bir yanda suçlu kelimeler, öbür yanda yargılayan kelimeler var. Ancak, bu canım Üçünü-Taraf olma ahlâkı, kaçınılmaz bir biçimde, yeni bir ikiye bölünmeyle (dichotomie) sonuçlanır; bu bölünme ise, yeterince çapraşık olmadığı için ayıplanan ikilik kadar basittir aslında. Gerçekten de dünyamız, alternatifli bir yapıda olabilir. Ama inanın, Yargı-Kurulu olmayan bir bölünmedir bu : Yargıçlara kurtuluş yok, onlar da pekâlâ aynı geminin yolcusu.
Zaten Ne o-Ne o eleştirisinin hangi yanda yer aldığını anlamak için, sözkonusu eleştiride başka ne gibi mitosların su üstüne çıktığını görmek yeterli. Edebî bir «kültüre» («bütün zamanların sanatına») dayanan her tutumun gönlünde yatan zamandışılık mitosu üstünde fazla durmadan, şu bizim Ne o-Ne o öğretisinde, burjuva mitolojisinde alışılagelmiş iki kaçış kapısı bulunduğunu da belirtmeliyim. Bunların birincisi, «a priori yargının yadsınması» diye tanımlanabilecek belli bir özgürlük anlayışıdır. Oysa bir edebî yargılama, içinde yer aldığı anlayış tarafından belirlenir. Sistem yokluğu bile -hele bu yokluk bir amentü durumuna getirilmişse- gerektiğinde burjuva ideolojisinin (ya da anonim yazarımızın deyimiyle kültürün) pek sıradan bir çeşidi olabilecek, bütünüyle tanımlanmış bir sistemin parçası olur. Hattâ bir kişi, aslında özgür olduğunu direnerek ileri sürerse, onun bağlılığı konusu hiç tartışma götürmez. Her türlü sistematik belirlemeden uzak, masum bir eleştiri uyguladığını ileri süren her kişiye rahatça meydan okunabilir : Ne o-Ne o'lar da bir sistem içinde yer alırlar, üstelik bu sistem, bağlı olduklarını ilân ettikleri sistem de olmayabilir. İnsan ve Tarih, İyilik, Kötülük, Toplum, v.b. hakkında önceden fikir edinmiş olmadan, edebiyat üstüne yargıda bulunulamaz : Ne o-Ne o'cularımızın, “insanı hayretler içinde bırakmayan” aşağılık sistemlere karşı çıkardıkları, sevinerek mânevi değerlerle yükledikleri o basit «serüven» kelimesinde bile, öyle bir kalıtım, öyle kötü bir alınyazısı, öyle bir tekdüzelik var ki! Eninde sonunda her özgürlük, belli bir a priori'den başka bir şey olmayan, bilinen bir tutarlılığa ulaşır. Bu yüzden de, eleştirinin özgürlüğü, taraf tutmayı yadsımak değil (imkânsızdır bu!), tuttuğu tarafı açığa çıkarmak, ya da gizlemektir. Metnimizin ikinci burjuva belirtisi, aldatıcı bir rahatlık içinde, edebiyatın ölümsüz değeri olarak bilinen «üslûba» değinmesidir. Oysa, hiçbir şey Tarihin soruşturup yargılamasından kurtulamaz, iyi yazmak bile. Üslûp bütünüyle eskimiş bir eleştirel değerdir. Bazı önemli yazarların klasik mitolojinin bu son kalesine saldırdıkları şu dönemde, «üslûbun» yanında yer almak belli bir arkaikliğin kanıtıdır : hayır, bir kez daha «üslûba» geri dönmek, yenilikler umulan bir serüven olamaz! Sonraki sayılarından birinde daha aklı başında davranan L'xpress, sihirli bir çareye başvurulur gibi Stendhal'i imdada çağıranlara («Stendhal gibi yazılmış») karşı, A. Robbe-Grillet'nin yerinde bir çıkışını yayımladı. Belki, bir üslûpla bir insanlığın birleşmesi (Anatole France örneği) Edebiyatı temellendirmeye yetmiyor artık.
Giderek sözümona insancıl bunca eserde saygınlığını yitiren “üslûbun”, sonunda a priori kuşkulu bir nesne durumuna gelmesinden korkulur. Böyle olmasa bile, bir eseri değerlendirirken, onun üslûbunu, ancak yazarın işine gelirse hesaba katmak gerekir. Elbet bu, Edebiyat belli bir biçim oyununun dışında varolabilir demek değildir. Ne var ki, tanrısal bir aşkınlıkla yönetecekleri iki yanlı bir evrenin tutkunları olan bizim Ne o-Ne o'-cuların ister hoşuna gitsin, ister gitmesin, iyi yazmanın karşıtı kötü yazmak değildir mutlaka. Günümüzde belki bu, yazmak'tır sadece. Edebiyat zorlu, çetin ölümcül bir durum olmuştur. Kurtarmaya çalıştığı şey artık süsleri değil, postudur. Yeni Ne o-Ne o eleştirisinin bir mevsim gecikmiş olmasından korkarım.
çev. Mustafa Irgat
[kaynak]
not: birikim dergisi çevirmenin adını vermeye yüksünmüş, sağolsunlar.
20 Şubat 2010 Cumartesi
Külliyat
Kitaplar:
Çevirileri:
- Ait'siz Kimlik Kitabı, Suret dönümünde bir ilk dosya döküm (YKY, 1993) [içindekiler ve bir kısım şiir]
"Mustafa Irgat'ın şiiri kendi kendisine tırmanan bir sarmaşık. Ses ile susku, harf ile hece, anlamile ezgi arası kronik bir med-cezir çalışması. Ne zaman nerede başladığı bilinmiyor. Bitip bitmeyeceği de. Bu "ilk kitabı" ondan sökerek aldık."
1995, Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü
- Duhuldeki Deney (YKY, 1995) [içindekiler ve bir kısım yazı]
"Bir düşe uyanıyorum ve ağırdan alıyorum şiddetimi. Giderken öğreniyorum gidilmesi pek gereken o yeri. demişti, 'gidilmesi pek gereken o yere' gitmeden önce, Mustafa Irgat. Ve, 'oraya' gitmeden önce, şiirlerinin yanı sıra iki dergi ve bir gazetede sinema yazıları da yazmıştı. 'Umut', 'Pariste Son Tango', 'Kaçaklar', 'Le Samurai', Pasolini filmleri, çağdaş sinema vb. gibi. Bir şairin kamerasından geçerek tekrar 'okunan' bazı filmler ve yazılardan oluşuyor, 'Duhuldeki Deney'. Mustafa Irgat onlara tekrar ışık tutup, yer gösteriyor. "- 2014'te Tekrar baskısı yapıldı
- Sonu Zor (YKY, 2012)
''Mustafa Irgat (1950-1995) ardında kucak dolusu dosya bırakmıştı.
Ahmet Güntan o dosyalardan bu kitabı çıkardı.
Çok mazo ki sözünü etmek istemem.
Şerefiye vergisi niye insanlara nereli olduğunu soruyorsunuz?
Uzak gözlüklü Beyoğluluyum,
Bir de Bomonti'de EC'nin kar yağan balkonuyum.
Yoksul değilim ama başa gelmiş bu yoksulluk çekilmiyor!
Sana istersen getireyim göğsüme değen numune bir falçatayı.''
Sergileri:
- 66 Kare Sergisi'nde, Kuratör: Sezen Tansuğ, Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Ekim 1993 [kaynak] [resim]
- Yapı Kredi Sanat Galerisi, Şubat-Mart 1995 [kaynak]
- Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda, Kasım 1993 [kaynak]
- bir de Komet'in 2002'de Dirim Sanat Galerisi'ndeki "Suç Ortaklığı" sergisinde bir resmi varmış. [kaynak] [peşindeyiz]
Yazılar, Söyleşiler:
- Özgür Ülke'de sinema yazıları (Duhuldeki Deney oldular).
- " 'Get Lan', Umut Filmini Bir Kez Daha Açındırmak Üzere 12 Noktada Söyleşme" Defter 14'te (Duhuldeki Deney'de mevcut).
- "Ters Nefeste Beklemek" Defter 17'de.
- Ait'siz Kimlik Kitabı'nın "Kimi Sorulara Kimi Yanıtlar" (sf.79-90) bölümü kendisiyle yapılan söyleşi(vâri)leri barındırır.
- “‘Tekin Değildir fiiir’” (Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar! Üzerine), Kitap-lık, S. 8 (Mayıs 1994), s. 7
- “S. P.!” (Sylvia Plath, Üç Kadın üzerine), Kitap-lık, S. 11 (Ekim 1994), s. 20
- “İlhan Berk’e iki Yeni Kitabı Dolayısıyla Kimi Sorular” (Mustafa Irgat), Kitap-lık, S. 14 (Mart-Nisan 1995), s.17
- Mustafa Irgat, “Kuzey’in ‘Yukarda’ Oldugunu Nerden Biliyoruz”, Şiirin Bir Altın Çagı içinde, s.138.
- Mustafa Irgat, “Siirimiz Karadır Abiler”, Ece Ayhan'la Söyleşi, Aynalı Denemeler içinde
- “Ece Ayhan Üç Yeni Kitabıyla Yeniden Gündemde ‘Siirimiz Karadır Abiler’”, Cumhuriyet Kitap, 176 (Temmuz 1993).
Çevirileri:
- Roland Barthes "Ne o - Ne o Eleştirişi", çev. Mustafa Irgat, Birikim, 3(13), Mart 1976
- Roland Barthes "Sabunlar ve Deterjanlar", çev. Mustafa Irgat, Birikim, 3(13), Mart 1976
Editörü olduğu kitaplar:
Hakkında:
- Işıl Saatçioğlu, İtalyan Hermetik Şiiri Antolojisi, YKY 1995
- [Hüseyin] Salih Ecer, Seferi, YKY 1995
- Zafer Şenocak, Gençlik Ayinleri, YKY 1994
- Fikret Ürgüp, Dosdoğru Günlük, YKY 1995
- İlhan Berk, Kanatlı At (Söyleşiler), YKY 1994
Hakkında:
- Yasar, İzzet; “Parça Etkili Bir İlk Kitap için Tanıtım Senaryosu” (Mustafa Irgat, Aitsiz Kimlik Kitabı üzerine), Kitap-lık, S. 9 (Haziran 1994), s. 9
- Dalgıç, Besim; “O Geceden Kalan: Irgat’ın Kavafis’i”, Kitap-lık, S. 83 (Mayıs 2005), s. 10
- Güreli, Mehmet; “Mustafa Irgat’la...”, Kitap-lık, S. 17-18 (Eylül-Aralık 1995), s. 97
- Şiiratı Yaz Kitabı 2004'te Özel Bölüm: "Mustafa Irgat Yaprakları", yazılarıyla katkıda bulunanlar: İzzet Yasar, Ahmet Güntan, Mehmet Günsür, Ahmet Eken, Orhan Alkaya, Hulki Aktunç, Seyhan Erözçelik, Ömer Turan, Mustafa Irgat.
- Nar Edebiyat 9'da özel bir bölüm var Cahit ve Mustafa Irgat'a dair.
- Erol Özyiğit'in hazırladığı Şairini Arayan Mektuplar'da (Dönence Yay.) Metin Üstübal'ın Mustafa Irgat'a mektubu OKU
- Seçil Büker “Mustafa Irgat’ın Duhuldeki Deneyi”. Cumhuriyet Kitap, 320 (Nisan 1996).
- Erdinç Uzak, Sinefil Dergisi Aralık 2004'te "Duhuldeki Deney" değerlendirmesi
- Ücra Dergisi özel bir sayı yapmış. [peşindeyiz]
- Karagöz dergisinin ekim-kasım 2009 sayısında kendisi hakkında inceleme çıkmış.
- Hayriye Ünal, Aitsiz bir Mustafa, Hece 173
Mustafa Irgat Filmleri
Bu GÖZ neler gördü?
- Bresson'un bütün yapıtları, en çok sevdiği Yankesici
- Arthur Penn'in Kaçaklar'ı (The Chase, imdb, Film, Yeni Melek'te "Kaçaklar" adıyla 68'de gösterime girmiş [kaynak]), Bonny ve Clyde
- William Wyler [imdb]
- Elia Kazan [vikipedi]
- Jules Dassin [vikipedi - imdb]
- Fred Zinneman [vikipedi - imdb]
- Jean-Pierre Melville'in Le Samurai: KİRALIK KAATİL
- Nelson Pereira Dos Santos'un Kuru Hayatlar
- Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı (1965) [izle] ve Acı Hayat'ı (1962)
- Yılmaz Güney'in Umut (1970), Duvar (83), Düşman [izle]
- Ömer Kavur'un Anayurt Oteli (1987) [izle]
- Orhan Oğuz'un Herşeye Rağmen (1987)
- Luis Bunuel'in Altın Çağ (1930)
- Marco Ferreri'nin Büyük Tıkınma
- Nagisa Oshima'nın Duyular İmparatorluğu
- Bertolucci'nin Paris'te Son Tango, 1900, Son İmparator
- Pier Paolo Pasolini'nin bütün yapıtları
- Tarkovsky
- Sergey Paradjanov'un Suram Kalesi Destanı ve Aşık Garib [fragman]
- Aleksandır Dovjenko [Aleksandr Dovzhenko]
- Andrzej Wajda'nın bütün yapıtları, özellikle Kanal (57) ile Küller ve Elmas (58)
- Eisenestein
- Renoir'ın Yıldızlı Araba (52)
- Visconti'nin Günahkar Gönüller (54)
- Erden Kıral'ın Ayna (1984)
- Mizoguchi'nin Günahkar Kahraman'ı (1955)
- Jacques Tati'nin Amcam'ı (1958)
- Jacques Deıny "Cherbaurg Şemsiyeleri" (1964)
- Antonioni'nin "Kızıl Çöl" (1964)
- Fellini "Ruhların Giulietta" (1965)
- Truffaut'nın Siyah Gelinlik
bu liste metinlerden, hatıralardan hareketle hazırlanmıştır, Devamı gelir "inşallah".
19 Şubat 2010 Cuma
Son Söz
Son Söz
Kamerayı 180° çevirmek, ayna karşısında götünüzü döndürmeye benzemez.
Kamerayı 180° çevirmek, ayna karşısında götünüzü döndürmeye benzemez.
(Bir kağıt parçasına el yazısıyla yazdığı tarihsiz not.)
Duhuldeki Deney, sf.67
İmkânları Tanımak
İmkânları Tanımak
Sinematograf Üzerine Notlar
Tarkovski'ye göre sinema tarihinde az rastlanan dahilerden biri olan Bresson'un 'Notlar'ını okumadan ve filmlerinden hiç olmazsa üçünü birkaç kez görmeden, ne sinemacı ne sinema aşığı olunabilir; ne de sinema üzerine konuşulabilir kanısındayım.
Niçin sinema değil de sinematograf? Bresson, 1966 yılında Godard'la yaptığı bir söyleşide meramını şöyle anlatıyor: "Sinemayla -ve sinematografla demeyi yeğlerim, çünkü Cocteau'nun yaptığı gibi sinema ile, yani alışılmış filmler ile, yine sinernatografik bir sanat olan arasında ayırım yapmayı sevmİyorum- öyleyse sinematografla yeniden yaşayacaktır, sinemanın öldürmekte olduğu sanat."
Sinemayı, fotoğrafa alınmış tiyatro olarak nitelendiren Bresson, sinematograf düşüncesini 'Notlar'ından seçtiğimiz şu cümlelerle aydınlatmaya çalışıyor: "SİNEMATOGRAF, hareketli resimlerden ve seslerden oluşan bir yazıdır." / " Sinema ortak bir zeminden yaratır. Sinematografsa, bilinmeyen bir gezegende keşfe çıkar." / "Tek başına göze hitap edildiğinde, kulak sabırsızlıkla bekler, tek başına kulağa hitap edildiğindeyse göz. Bu
sabırsızlıkları kullan. Sinematografın gücü, iki duyumuza hitap etmesinden ve bunun bizin1 tarafımızdan ayarlanabilir olmasından gelir. "I "Sinematografın geleceği, ceplerindeki son kuruşu da filmlerine yatıracak ve .kendilerini yaptıkları işİn maddi rutinine kaptırmayacak yeni gençlere bağlı."
Sinematograf Üzerine Notlar'ı okuyacaklara, gene Nisan Yayınlarından çıkan Kitap On'u (Bresson özel Sayısı) mutlaka önerırım.
(Nokta, 26 Temmuz 1992)
Duhuldeki Deney, sf. 37-8
DUHULDEKİ DENEY
MUSTAFA IRGAT
DUHULDEKİ DENEY
- Sinema Yazıları -
İçindekiler
7 - Yak Yavrum Yak
12 - Sorgu ve Yeni Sorgular
19- "Get Lan"!
30 - Duhuldeki Deney
35 - Umudumuz Çelişkilerde
37 - İmkânları Tanımak
39 - "Salo ya da Sodom'un 120 Günü" ışığında Pasoli'nin Sinemasına Bir Bakış Denemesi (1)
42 - Sonun Başlangıcıyla İlgili Olarak Pasolini'nin Sinemasına Bir Bakış Denemesi (2)
45 - Günahları ve Sevaplarıyla Pasolini'nin Sinemasına Bir Bakış Denemesi (3)
48 - Gerçeklik ve Dolaysız Sinema (Antonioni İçin)
51 - Paradjanov, Kameraya Kuş Konduran Bir Sanatçı-Usta
54 - (Rüzgarda) Yüksek Bir Köprüden Akarsuya Tükürmek
58 - Küller ve Wajda
61 - Çağdaş Sinemadaki Renk Sorunu Üzerine (1)
64 - Çağdaş Sinemadaki Renk Sorunu Üzerine (2)
67 - Son Söz
Yayına Hazırlayan: Birhan Keskin
YKY, Ekim 1995
***
İZLEDİKLERİ
AİT'SİZ KİMLİK KİTABI
MUSTAFA IRGAT
Suret Dönümünde
Bir İlk Dosya Dökümü
AİT'SİZ KİMLİK KİTABI
İçindekiler
9 • KİMİ "PARÇALAMALAR SİLSİLESİ" ŞİİRİMSİLER'İ
11 • Temsil Edilemeyen'e
12 • Had'
13 • Cam
15 • Pıhtı Canı
17 • Osiris Merdiveni
20 • Yaralı İyileştirici'ye Bir Mandıra Havası
21 • Yalılar Meseli
24 - (Hür) Şeref Bakanlığı'nın Bahçesinde, Eşref Saatinde, Ölüm Silerken İmzayı
30· Kam Makamı'na Krank Mili'nden Yol... Turgut Uyar'a
32 • Çentik
34 • Ters Nefeste Beklemek
42 • Bir Yedek Ebucehil Karpuzu'na Tırnak Yoluyla Mektup Kazıyor
44 • Sular İdaresi'nin Ordan Mancınıkçı Yummacaları
47- "Karıştım Başlamayana"
49 • Sazlı Damın Tıkırtı Almaz Kısa Türk Sinema Tarihi (Bütünlenmemiş)
51 • Aşk-ı Sünni
53 - Bugün Kilometre Taşları
55 - N. de Stael İçin Galata Köprüsü
56. Üst Üste (Bindirme) Çekilmiş (Dağar) Fotoğrafına İlişkin Mesafeli Mesel
58 • "Umut, Dizgelerin Ardında Yatan Gizil Şiddetindir"
60· Bir Mektup (1980)
61 • Bu "Şiir"in Başlığı Artık Çoktan Kayıplara Karışmış Bir Özel İsimdir
63 • Michiganlı Ölmüş Şair Theodore Roethke'yi Okurken Katlanan Sadelik: Kasım 1975
64· Gözdağı'na Karşı Gözdağı Şarkısı
67 • Ayrılık Şiiri
68 • Adam Anatomisi
70 • En Yüksek Yükseltilerin Birinden
71 • S. Dönüşü
73 • At Gözü
74 • Parçalanmış Minyatür
77 • Türk Motifi
79 • KİMİ SORULARA KİMİ YANITLAR
81 • Proje / Proje Konusundaki 6 Soruya Bir Melez Yanıt
84 • Atış Serbest Bir Soruşturma
YKY 1993 (Şiir serisinin 31. kitabı)
kapak deseni: Mithat Şen
Labels:
Ait'siz Kimlik Kitabı,
içindekiler,
mustafa ırgat,
şiir
Aşk-ı Sünni
AŞK-I SÜNNİ
"- Önündeki belki de vehimdir, hiç düşündün mü?"
"- Arkandaki sessiz felaketleri düşünüyorum..."
I
Ayşe kadın sultan erkek fasulye
yoğ'gun işçi o'nu yemekte ister;
dikişini dişiyle diker, şakur şükür
patron kâğıt altına polis çıkartma.
Köpekte de var, burnu solur ol-ata dizelerini:
Duygulu yayılmış ar-damardan tenasül kokusu
üstüne sade asker heykeli eken, zarar konumu.
Şiddeti kesip zort'u ağza verip konuşturmadıkça
havada katlanmış kıpkızıl ağan dil ölüyken ürür;
omuz kafesimden dünyaya düşük fırlamış minyatür.
II
"Histamine" budur, hormonu iş'te
salgısı süren idamlık gözenekte
göründükçe hayal ürünü sayılan
hep GÖZDEN sahnesinde
'biz henüz doğmadık'
kipi OTURAK biçiminde
[....................................] kemiklerin Mazdak bekçisine
kefeni dolayıp sırmasız dolaşmak cesaretiyle
"Bir denizden uzaklara çıldırmanın sevinci"—
Çentilmişin taşağı 'sanatlı insan'!
[...............................................]Kıpırdıyorsan,
Yi Nûn Sin kuyusuna
[...............................] indirilmeden önce
hadi, sök-dur şu kapı daraltma eylemini
kan, salya, safra, dalak ve deyi niyetine:
Yüzüne tutulan posta pulu, ayna! zarf yüklü kör doku:
Yüzünden atılan zar, lök! dönerek kor gözlü yüz dolu:
Söyle, içimizden dışardığımızı uzayda karşılayan söz "ne"?
(Ait'siz Kimlik Kitabı, sf. 51-2)
not: metindeki "[...]"ler kitap formatındaki tertibe mütekabiliyet sağlanması amacıyla konulmuştur.
"- Önündeki belki de vehimdir, hiç düşündün mü?"
"- Arkandaki sessiz felaketleri düşünüyorum..."
I
Ayşe kadın sultan erkek fasulye
yoğ'gun işçi o'nu yemekte ister;
dikişini dişiyle diker, şakur şükür
patron kâğıt altına polis çıkartma.
Köpekte de var, burnu solur ol-ata dizelerini:
Duygulu yayılmış ar-damardan tenasül kokusu
üstüne sade asker heykeli eken, zarar konumu.
Şiddeti kesip zort'u ağza verip konuşturmadıkça
havada katlanmış kıpkızıl ağan dil ölüyken ürür;
omuz kafesimden dünyaya düşük fırlamış minyatür.
II
"Histamine" budur, hormonu iş'te
salgısı süren idamlık gözenekte
göründükçe hayal ürünü sayılan
hep GÖZDEN sahnesinde
'biz henüz doğmadık'
kipi OTURAK biçiminde
[....................................] kemiklerin Mazdak bekçisine
kefeni dolayıp sırmasız dolaşmak cesaretiyle
"Bir denizden uzaklara çıldırmanın sevinci"—
Çentilmişin taşağı 'sanatlı insan'!
[...............................................]Kıpırdıyorsan,
Yi Nûn Sin kuyusuna
[...............................] indirilmeden önce
hadi, sök-dur şu kapı daraltma eylemini
kan, salya, safra, dalak ve deyi niyetine:
Yüzüne tutulan posta pulu, ayna! zarf yüklü kör doku:
Yüzünden atılan zar, lök! dönerek kor gözlü yüz dolu:
Yüzüne tutulan boya yüklü, gök! gül yüzlü kanser doku:
Yüzünden atılan körük, organ! koparak büzük gözlü dolu:
Yüzüne tutulan soyka, mülk! kıble kitap yüzlü gömük doku:
Yüzünden atılan alın, yazı! yanarak don gözlü dölüt dolu:
Söyle, içimizden dışardığımızı uzayda karşılayan söz "ne"?
1987
(Ait'siz Kimlik Kitabı, sf. 51-2)
not: metindeki "[...]"ler kitap formatındaki tertibe mütekabiliyet sağlanması amacıyla konulmuştur.
Cahit Irgat - Oğlum Mustafa'nın Düşündüğü Şeye Bak
CAHİT IRGAT (1916)Lüleburgaz, 1916-İstanbul-5 Haziran 1971. Şiir kitapları: Bu Şehrin Çocukları (1945), Rüzgârım Konuşuyor (1947), Ortalık (1952), Irgatın Türküsü (Toplu Şiirleri, 1969).Cahit Irgat’ın şu şiirlerinde “baba” teması bulunmaktadır: “Rüzgârlarım Konuşuyor”(Irgatın Türküsü, Adam Yay., İst., 1991, 223 s., s. 74-77), “Oğlum Mustafa’nın ‘BuNe?’leri” (Age., s. 118), “Oğlum Mustafa’nın Düşündüğü Şeye Bak” (Age., s. 119).
OĞLUM MUSTAFA'NIN DÜŞÜNDÜĞÜ ŞEYE BAK
Ağlar mıyım ben de baba
Bir gün olur senin gibi?
Senin gibi kalır mıyım
Alınyazısı altında?
Taşı delip fırladığını bilirim,
Bilirim ot yediğini,
Ölmediğini bilirim,
Yaşadığını bilirim,
Dünyanın acı hali tatlılaşmış tadında.
Sen kendi derdinde değilsin baba
Ne de güzel sıçradı yeşil kurbağa
Ne güzelde demiş şair dostun Orhan Veli
Benim lokmam aslan ağzında.
-Sevin Mustafa’m sevin
Ben insanın fakiriyim
Anan Urgan
Baban Irgat
Korkma oğlum Mustafa Irgat
Bin atına, dünya senin
Dilediğin gibi oynat.
(Cevat Akkanat'ın derlendiği "baba, bu kitap sana"dan, sf.52)
OĞLUM MUSTAFA'NIN DÜŞÜNDÜĞÜ ŞEYE BAK
Ağlar mıyım ben de baba
Bir gün olur senin gibi?
Senin gibi kalır mıyım
Alınyazısı altında?
Taşı delip fırladığını bilirim,
Bilirim ot yediğini,
Ölmediğini bilirim,
Yaşadığını bilirim,
Dünyanın acı hali tatlılaşmış tadında.
Sen kendi derdinde değilsin baba
Ne de güzel sıçradı yeşil kurbağa
Ne güzelde demiş şair dostun Orhan Veli
Benim lokmam aslan ağzında.
-Sevin Mustafa’m sevin
Ben insanın fakiriyim
Anan Urgan
Baban Irgat
Korkma oğlum Mustafa Irgat
Bin atına, dünya senin
Dilediğin gibi oynat.
(Cevat Akkanat'ın derlendiği "baba, bu kitap sana"dan, sf.52)
18 Şubat 2010 Perşembe
Haydar Ergülen - Kardeşlik
KARDEŞLİK
-Kardeşim Seyhan'a-
Babam bir pazar günüydü eskiden, yağmur
yağar, evin büyük oğlu olurdu birden, ben
evini kaybetmiş oğul olurdum ona, sorardım
ona hemen: Baba hangimizin oğlusun sen?
Kardeş olurduk hemen ev büyürdü ikimizden
yok olurdu oğulda yer bulamayan babanın suçu,
yağmur çocukluğun çatısından gidince anlaşılır yokluğu
Şimdi bir başına kalan ev gibiyim gibiysem
bir başka yetim olan şiirin suçu yok bunda
ev neyse şiir odur, babadır neyse oğul da!
Kelimelerin değil seslerimizin ilk yağmurunda
ahmakıslatan sırılsıklam benzettiğinde birbirimize
unuttum bizi, bir suçu sessizce paylaşırken de
unuttuğum sırdı bu: Kardeştir babayla oğul!
Kardeştir yetimle şiir! İnsan yarısında baba,
yarısında oğul olur hayata, suç ve ceza, sus ve…
Dinle ve sus: Bir şiir suçluysa yalnızca susulur!
Mustafa Irgat ölür, eski yetim olur, kimsesiz
kelimelerden meleği bir daha geçmez olur…
Baba ölür, kardeşliği yetim bırakır oğuldan önce,
Bütün yetimler ayağa kalksın, eski yetim şiir de!
Haydar Ergülen
“Kardeşlik” (Nar Dergisi, S. 11, Eylül/Ekim 1996), Kırk Şiir ve Bir'de (1997) basıldı.
Hulki Aktunç - Bir Şeyin Varoluşu
BİR ŞEYİN VAROLUŞU
Mustafa Irgat ile Burhan Uygur’a Mevlüd olsun içün
Karanlık söz ile beyaza dönmüş de varıp varmadığını
Acıklı yüzleriyle hep sormalı olanlar içün söyledim
Bunun burasında sözcükler yok olur, var olur bir şey
Boya ve laf, kendilerini bize doğru aşar gider:
Ölüme başladık mı Mustafa?
Öncelerimizden sakınmak gibi,ölüme
Başladık mı, öncelerimizden bölünmek gibi.
Ve Burhan efendi karanlık fanilasıyla
En ötelerin etle mayalanmış boyasında.
Ölüme başladık mı Mustafa?
Öncelerimizden bölünmek gibi.
Kendimizden birkaç baba sonra
Birkaç anne belki de.
Üç beş oğul birkaç sarı kız sonradır
Belki de karşılayabildiğimiz yaşam.
Çarşı çiçeğindeki toprak, toz ve ölüm.
Taklit hakkı anadilde midir?
Ölüme de başlamıştık Mustafa.
Nedense birlikte görmüştük ikinizi
En son. En son Asmalımescit’te.
Bir cemreye birkaç öğün kaldığı gün
Akşam inmek bilmiyordu. Teta,
Sonsuz umut,ince gül inmiyordu.
Ayışığı karanfil, ay kuyumcusu.
Omuzsuz Burhan diyor ki:
Moustapha, şiir, bir rengin
Parçalanıp unutulması olabilir.
Ustaları canevinden çırak çıkaran
Bir şeydir ve kimse saçıyla bilemez,
Diye ekliyordu Moustapha.
Kim bilir mahallemizin tek çıkmazını?
Tek ordadır ölüm ve bizden dökülür.
Komşu düşmanlar eğrilmiş resimler
Yüz binlerce gözün girer olduğu
Üç kapılı kapılar, pencere kepenkleri.
Tahta,
Bir sesi içe içe bitiriyor ki
Ömrüne biraz Burhan biçiliyordu.
Ece ile bir şiire başlayan adsız kalabilir.
Mustafa, bilinmez de bir ad ile boğuşan.
Mustefa, dedi bu kez: garip mürüvvet,
Bacaklar ve boşluk ve loş gışa! Demin
Ne de erken, şimdi ne geç bir loş gışa!
Buhran mı? Geç canım Burhan, büyütece
Ne gerek? Yazı iridir. Çek gözünü dünyadan
Resim iridir. Diri ve loştur çünkü gışa.
Boşluk da dolduğumuz yerden kalan,
Ölmeye girmemizden kalan,
Bir ve pir olduğumuz bi yerden kalan.
Dilin bir yerlere saklanışı,amin!
Betim ve istekten kopuyordur,amin.
Cihat Beyin ölmediği söyleniyor bugünlerde.
Bir sözcüğe gizlendiğini anlatıyor ve amma
O sözcüğü ararsan –ki bir fiil olmalı- bükünsüz
Bir eylemin bin bir biçimine bürünüp,amin,
Zeminlerden tavanlardan yırtılarak, güneşi de
Koltuğu da yanıltarak, kiremitleri ve bankaları
Ve köpeksi göğü ve kedi ayaklı bir fırçayı bile
Aldatarak, amin, Cihat Beyin ölmediğini
Söylüyorlar Mustafa.
“Ben işe gelemem, bi şeyler düşünürsem
Sana telefon ederim. Tamam mı?” Değil.
Ölmeyi bitirdin Mustafa.
Ludingirra 6'da ve Şiiratı Yaz Kitabı'nda basıldı.
Değiniler
Onu [aydınlığı] sonsuz bir düşüncenin nesnesi
haline getirmeyeceğim, gözlerimle tadıyorum onu,
ağzımla tadını çıkarıyorum, kulak deliklerime yavaşça
girmesine izin veriyorum. O benim, ama yalnızca
kendim için saklamıyorum. Aydınlıklarımda, hiçbir zaman
yalnız değilim. Pontalis (Pencereler, Bağlam 2001, sf. 121)
***
"Mustafa Irgat, bir kendinde-şairdi, ne düşündüğünü anlamak zordur. Türk şiirinde onu nereye koyacağız, Memet Fuat da bu soruyu sormuş. Mustafa Irgat’ın 'şiir çıkmazının sonuna vardığını' düşünüyor. Türk şiirindeki yerini bilmek şu an imkânsızdır, daha bekleyeceğiz, ama bence 'şairlerin şairi' kategorisinde çok uzun bir ömrü olacak."
***
Orhan Alkaya, "Mevcudu biraz daha temiz tutalım" (Radikal 2, 1.3.2004) yazısından:
" 'Ölüm adına, hayatı biraz daha temiz tutalım' da demişti şair Mustafa Irgat. Öte dünyası olan da olmayan da bizim gibi, yokoluşun şiddetli titreşimini bir an için hisseder mi? Abdülhâk Hâmid'in Eşber'inin final bölümünü yüksek sesle okumaya yürek indirebilir mi, yoksa olup biten, bir yanılsamanın sahneleri gibi yanı başımızdan akıp gider mi? Eşber'in finalinde ne mi yazmış idi Hâmid: 'Zafer veyâ hiç!'."
- Bu yazının Alkislarla Muhsin Ertugrul Sahnesi adlı blogdaki kopyasında, Radikal'in sitesinde olmayan bir pasaj var:
"Mustafa Irgat, canım kardeşim, 'Türk Motifi' isimli şiirini, bu yazıya memur ettiğim, başlıktaki mısra ile bitiriyordu: 'Atılmışlık adına mevcudu biraz daha temiz tutalım'. "
***
Mustafa Üstübal'ın Huyname'sinin (YKY, 2008) son bölümünde Mustafa Irgat'a rastlarız.
***
Bülent Usta'nın, Komet'le gerçekleştirdiği "Bu coğrafyanın topal Ulysses'i" (Radikal Kitap, 2.11.2007) başlıklı söyleşiden:
"Biraz klişe bir soru olacak ama: Neden şimdi? Neden bunca yıl beklediniz bu kitap için? Bu kitapla ne yapmak istediğinizi, bir de sizden dinlesek?
Komet: Melih bey, Oktay bey, Edip bey, Metin bey, Selahattin bey, Naci bey kızarlar diye korktum. Ama daha sonraki kuşaklardan arkadaşlarım Mustafa Irgat, İzzet Yasar, Salih Ecer, Necmi Zekâ, Seyhan Erözçelik yardımcı oldular, İlhan Berk beyefendi ve Lale Müldür hanımefendi, Orhan Koçak bey de desteklediler."
***
"En güzel, en verimli ve en derin arkadaşlıklarım Pendik'te başladı. İsveç'te Göçmenler Şura'sında ve İsveç voleybol federasyonunda görev yapan Saffet Erbayır arkadaşımdı. Saffet ile 1971'de yaşadığımız maceraları hiç unutamam. Babası Hadi Kaptan, Atatürk'ün polisliğini yapıyordu. Bu tepeye onun için Kaptantepe denilmişti.Tek katlı boydan boya balkonlu evden kimler geçti. Refik Halit Karay, Sabri Esat Siyavuşgil, Refii Cevat Ulunay, Orhon Murat Arıburnu, Mina Urgan, Cahit Irgat, sevgili Mustafa Irgat, küçük Zeynep Irgat,..."
***
***
***
Haydar Ergülen, " 'Benim Sinemalarım' " (Radikal, 4.12.2002) yazısından:
Ece Ayhan, İlhan Berk ve Mustafa Irgat'la Truffaut'nun 'Siyah Gelinlik' filmini izlemiştik, sonra da film üzerine onlar konuşmuştu, ben dinlemiştim.
***
Haydar Ergülen, "Şehirde 'Yeis' var!" (Radikal, 8.5.2002) yazısından:
"Onun 'Yeis' için 'İlk kitabım çıktı!' demesinde, anıların şimdi hatırlanıyor ya da 'anı'lıyor olmasına benzer bir şey var, bir güz duygusu var. Bazen yaz ortasında, bazen bir şiirin ortasında çöker insanın içine, çoğunlukla da hayatın ortası dedikleri yerde, zamanda çöker. Eski gecelerin, eski Cihangir'in, eski şairlerin, şimdi olmayanların, kayıp kardeşlerin, arkadaşların, babaların, Mustafa Irgat'lı zamanların, şehirlerin insanın içine çökmesi gibidir bu. Tarih değil, anılar sökün eder, gelir, içimizde birikir, demlenir, sonra bizi de 'eski'ye katarak alır başını gider."
***
Haydar Ergülen, " 'Alfabesini söktü; taşındı buradan şair!' [Cenk Koyuncu'nun bir dizesi]" (Radikal Kitap, 15.6.2007) yazısından:
"Şair arkadaşımız Ahmet Günbaş, Erken Ölümlü Şairler Antolojisi: Göğ Ekini Biçmiş Gibi'yi Nisan 2007'de yayımladı. Cumhuriyet döneminde, genç yaşta ölen ya da öldürülen tam kırk dört şairin kısa yaşamöyküleriyle, seçme şiirleri yer alıyor kitapta. Son yitiklerimizden Adnan Satıcı'ya kadar uzanıyor kitap. Orhan Veli'den Ergin Günçe'ye, Abdülkadir Bulut'tan Behçet Aysan'a, Mustafa Irgat'tan Nilgün Marmara'ya, Kaan İnce'den Zafer Ekin Karabay'a, ne çok 'genç' ve 'şair' yitirmişiz meğer!"
Ahmet Günbaş'ın derlediği Göğ Ekini Biçmiş Gibi, Erken Ölümlü Şairler Antolojisi, Hayal Yayınları tarafından 2007'de basılmış.
***
Haydar Ergülen, "Dem bu demdir..." (Radikal, 24.11.2004) yazısından:
"Engin [Turgut] de 'ressam' olduğunu iddia etmiyor, 'bir şair resim yapıyor' diye düşünüp, öyle davranıyor boyalara. Metin Eloğlu, Mustafa Irgat, İlhan Berk gibi."
"Şair kimliğinizin resimlere yansıması nasıl oluyor? Sizin için renklere şekil vermek mi yoksa kelimelere renk vermek mi daha kolay?
Bu sorunuzu Bedri Rahmi, Metin Eloğlu, Mustafa Irgat, İlhan Berk nasıl cevaplardı bilemiyorum ama ben kendi içime çoktan çekildim. Şiirde de, resimde de birey olmanın şarkısını söylüyorum. Her gün, her dakika yeni bir resme ya da yeni bir şiire uyanmak isterdim. Ben resmi şiirden, şiiri resimden ayrı düşünemiyorum."
SORU: 4 / (ET:) Sevgili İlhan Berk, “ Güzel bir kadının fısıltısı, göreve çağrılmanın gök gürültüsüdür “ der Picasso!..Siz ne dersiniz?..Bana göre, bence şiir ve resim yani sanat her zaman içinde ruh gençliği barındıran bir uğraş. Sizce aşk yaşıyor mu hala?..Bu tuhaf ve şizofren çağımızda ‘aşk meleği’ işsiz mi kaldı acaba?..Ruhunuzdaki sahil denizle sevişiyor adeta...Sizin yazı ve çizgi büyücüsü kalbiniz sabahtan akşama kadar bir kuş gibi ötüyordur...Siz yazıya çoktan geçmişsiniz ve dil eviniz olmuş...Yeni bir şiirinizi okuduğum zaman, bahçemdeki sis dağılıyor ve ruhları çöle dönmüş kadınların boynundan nehir akıyor...Size sorular düşünürken aklıma sevgili Mustafa Irgat geliyor...” Kanatlı At “ kitabınızı yayına o hazırlamış sanırım ama benim için en önemli özelliklerinden birisi resim yapmasıydı Mustafa Irgat’ın ve sergi açmıştı...Yaşasaydı resimleriniz üzerine neler söylerdi kim bilir?..Sahi bugünlerde “ elinizi sürdüğünüz her şey resme mi dönüşüyor” yoksa?..” Şair olunmaz, doğulur “ sözüne inanılmaz katılıyorum. Bu arada Oktay Rifat’ı da sevdiğinizi biliyorum. Ben Oktay Rifat’ın yaptığı resimleri görünce çok sevinmiştim. Sizin resimleriniz de ise başka bir ruh hali var sanki. Sizin değinişinizle “ Ben aykırıyım, kendimle bir uzlaşmam yoktur “ tadını da alıyorum resimlerinizden...Sevgili İlhan Berk bilginin mekanikliği zaman zaman sıkıntı veriyor bana. Açıkçası erdemin trajedide yattığına inanmak geliyor içimden. Ben “ galile denizi’nin içine girip, resmin derinliklerinde kulaç atmak istiyordum. Ve bir İstanbul’lu olarak yüzme bilmediğimi anladım...Evet, ne demişti Diego Rivera : “ Düşlerim benim asıl gerçeklerimdir, gerçekler ise benim için sadece birer fantezi “...Yıllar önce yazmıştım. Kırmızı geveze, mavi uyumsuz, Nietzsche siyah, İlhan Berk gri; sanki şiirlerini “kül”e banarak yazıyor, şiirin, dizenin “ altın çağı “ kalıyor elimizde... İmge göçmen bir kuştur, parlayıp döner dilimizde, haziran sarısı bir aşkın ellerinden tutulur da rüyası aydınlanır gecesi açık unutulmuş kadınların...Sahi siz kaleminizi, fırçanızı neye banarak yapıyorsunuz resimlerinizi?..
CEVAP: 4 / (İB:) Aşka, “ aşk yaşıyor mu hala ” soruna gelince: Ben ‘aşkı şairlerin yarattığını’ söyledimdi bir yerlerde. Hala da öyle diyorum. Yaşamıyor diyemeyiz her şeyden önce. Bu bizim suçumuz olur önce sonra da onu koruyamadığımız, bakamadığımızdır. Bunu anlarım işte: Evet, aşkı koruyamadığımız, bakamadığımız doğru. Aşk boyuna yenilenmek, özellikle de derinleşmek ister doğası gereği. Artık ateşleyemiyoruz aşkı, fırtınalar çıkaramıyoruz onun için.Bu bir gerçek ve suç bizim... Mustafa Irgat’la , Oktay Rifat’ın resimleri konusuna da dokunayım. Irgat’ın resimleri beni hep ilgilendirdi beni. Şiiri gibi resmi de baştan ayağı Irgat. Mustafa Irgat’ın şiirlerini gün ışığına çıkarmalıyız, Ece ile ilgisi yok onun. Aynı toprağı işliyorlar, o kadar. Oktay’ın resmine bakamıyorum daha, anlamıyorum, yanılmayı isterdim.
***
Haydar Ergülen, "Şiirin yakışıklısı" (Radikal, 11.8.2004) yazısında Şiiratı'nın "Mustafa Irgat" dosyalı, Yaz Kitabı'ndan hareketle:
" 'Nilgün, Deniz ve Hür, hoş bir sohbete dalmıştılar, biraz onlara takıldık. Hasan motosikletiyle geldi, motor burada sessiz çalışıyordu. Gencecik Deniz, Yusuf ile Hüseyin, Adnan amca, Erdal, Talat ağbi, her zamanki gibi siyaset konuşuyorlardı. Ateş, onları dinliyordu ve sigara içiyordu... Edip veTurgut golf oynuyordu. Ece, üç tekerlekli hi-tech bir arazi aracına kurulmuş, başında mor bandanası ve güneş gözlükleriyle, Cohiba purosundan küçük nefesler çekerek, çevrelerinde hızlı turlar atıyor ve 'Benim meramım bu! Bu!' diye bağırıyor ve gülüyordu. Cemal de onu, 'Evet, evet!' diyerek azdırıyordu.' Mehmet Günsür, Mustafa Irgat'ı yazdığı hikâyesinde, 'karşı'daki dostları böyle anlatıyordu. Nilgün Marmara'dan Erdal Eren'e, Ece Ayhan'dan Mustafa Irgat'a, geride kalanlara bir 'kış kitabı' olan ölümün bahçesindeki ahbapları."
***
Sevin Okyay, "Küçük, cesur ve güzel" (Radikal Cumartesi, 24.7.2004) yazısından:
"Vaktiyle hakkında bir yazı yazmıştım, hocam. Bu başlıkla. Çünkü öyleydin. Kitabınla, deliler gibi satmasıyla seni de şaşırtan Bir Dinozorun Anıları münasebetiyle sanıyordum ama değilmiş. Sen bizi bırakıp gidince yazmışım. Biz seninle, başka bir kitap vesilesiyle tanışmıştık. Virgina Woolf kitabın sayesinde. Ben Yapı Kredi Yayınları'nda çalışıyordum, kitabı yayına hazırlamam için bana vermişlerdi. Düzeltecek bir şey de yoktu zaten. Oğlun Mustafa da (Irgat) orada editördü. Meğer o senden de önce gidecekmiş. Seninle dargındı galiba, Mustafa bu. Ama aklı kitapta kalmıştı, elimden alıp alıp o da bakıyordu. Ya ikimizin de fark etmediği bir yanlış varsa diye."
Mina Urgan'ın Woolf incelemesi ilk kez Mart 1995 yılında basıldı.
***
***
Perihan Mağden, "İtaat sorunları(m)" (Radikal, 11.3.2007) yazısından:
"Bir gün Ececiğim (Ece Ayhan) Ahmet Soysal, ben oturuyorduk bir yerde. Ece, Ahmet'e dönüp "Perihan bahtsız bir çocuktu. Tülay (annem) ona ilkokulda zorla Dostoyevski'yi okuttu," dedi.(Son görüşüm de o seferdi Ece'yi. Nasıl özlüyorum onu. Mustafa Irgat'ı, Reha Mağden'i nasıl özlüyorum! Bu esasında birbirine benzeyen ve Ece'yle yakın ahbap olan 3 şahane adam çekip nasıl da gidiverdi. Nur içindedirler eminim. Keh keh gülüp eğleniyorlardır.)"
***
Radikal Kitap'ta (25.6.2004) çıkan "Tatilde şiir okumayın!"dan:
Murat Üstübal ile Bülent Keçeli'nin Ücra'sı, günümüz şiir anlayışına, yani mevcuta hayli uzak. Mustafa Irgat hayatta olsaydı, Ücra'yı kendine yakın bulurdu dersem, belki bu şiirin adresini doğru söylemiş olurum.Şiirin içinde bir Ücra. Farklı bir şiir anlayışının tavizsiz örneği.
***
Seyhan Erözçelik'in "Aya Nikola" şiiri Mustafa Irgat'a ithaftır.
***
İlhan Berk, Şeyler'de (YKY, 2008) Mustafa Irgat'ı anar.
***
Metin Sever'in "Ece Ayhan ve Mülkiyet" (Radikal 2, 4.8.2002) yazısından:
"Bu arada Ece Ayhan'la ilgili araştırma yapacaklara da küçük bir not: 1991-92 yıllarında çıkan Özgür Ülke gazetesinin kültür-sanat sayfasını hazırlarken kendimce Kürtlerle Türkler arasında bir köprü olsun diye "Gökkuşağı" başlıklı bir köşe açmıştım. Ataol Behramoğlu'nun bir iki yazıdan sonra biraz da günün koşullarından dolayı yazmaktanvazgeçtiği o köşede Ece Ayhan'ın da beş-altı yazısı çıktı. O yazıların toparlandığını sanmıyorum. Araştırmacılara duyurulur. O sayfalarda rahmetli Mustafa Irgat'ın da sinema yazılarının bulunduğunu bu vesile ile duyurmuş olayım."
***
Seyhan Erözçelik, "Ece yok, biz var mıyız?" (Radikal, 21.7.2002) yazısından:
"Ece, yok. Biz var mıyız? Belki de ilk soru bu. Aslında, bu yazıyı da ne kadar yazabiliyorum ki! O, bence, dünyanın en iyi şairlerinden biriydi. Oktay Rifat nasılsa... Dili sevdi. Her iki anlamda. Sosyolojiyi sevdi. Her anlamda. Mülkiyeliydi. Her anlamda. Mülkiyeli arkadaşlarıyla, bizi sevdi. Dilin nasıl büküldüğünü, biz ondan öğrendik. Burkulduğunu da. Her şeyden önce, o benim arkadaşımdı.. Aradaki yaş farkı önemli değil.Arkadaşımdı. Ağabeyimdi..Ağa, beyim. Şöyle kavgalarımız var: "Seyhan, Çeçenler yok!" "Var, ağabey!" "Memleketleri yok!" "Var, ağabey."Yıl 1989.Tabii, o zamanlar Çeçenler yok. Ama Mustafa Irgat var. Kavgaya şahit olmamak için kaçıyor. Mutfağa gidiyor. Bu resme iyi bakın. Bu resimde, bir kuşağı, acılarını, ölümleri göreceksiniz. Bizim çok canımız yandı. Ruhu şad olsun. Güle, güle..."
***
İlhan Berk, İzzet Yasar'ın Dil Oyunları'nın arka kapağında:
"Resit İmrahoru biliyor musunuz Bir zamanlar üç cins sair böyle tek bir ad altinda yaziyorlardi. Kisa sürede de ünlendiler: Izzet Yasar Mustafa Irgat Ahmet Güntan. Sonradan Mustafa Irgatin yerini Enis Batur aldi. Bilinmezlik bir ilkeydi onlar için: belki de Pessoayi okumuslardi. Izzet Yasar ve Mustafa Irgat bütün has sairler gibi uzun zaman yazmadan yasayabiliyorlardi. Izzet Yasar Mustafa Irgat gibi kapali bir sairdir. Nerdeyse ikisi de simdiye degin kullanilmayan bir dille yaziyorlar. Izzetin poetikasi da böylece giderek dil oldu. (Lacanin "Yazilar"ini cebinden düsürmemesi bosuna degildir.) Bugün Izzet Yasar bir basina kapali çetin lanetli bir siiri sürdürüyor. Nerdeyse anlasilmak paylasilmak istemiyor gibidir. Ya gerçek mi Onun için siirde asil gerçek gerçek olmamakta yatar çünkü."
***
"Kimi sanatçıların sözlükanlamıyla Şizofren olduklarını biliyoruz. Ama burada hastalık bir fiziksel olgudur ve yaratım sürecine mutlaka sızsa da belirleyici, tanımlayıcı, açıklayıcı değildir ; hele “ bir yaratı biçimi “ hiç değildir.( Bu noktada Modernizmin genel olarak hastalık, delilik, suç ve suçluluk konularına ilişkin kurumsal / dizgeli proğramını ve Düzen kutsayıcı otoritesini hep “ aklımızda “ tutuyoruz) Ama hemen anımsanmalıdır: Van Gogh’tan Baudelaire’e, Proust’ tan Fikret Mualla’ ya, Sevim Burak’ a, Beckett’ e Sadık Hidayet’e, Ece Ayhan’a , Mustafa Irgat’a ve daha nice “ şizofrenik” çığlığa bitişen yaratma sürecindeki bilinçlilik, malzemeye hükmetme çabası, aşma iradesi hâlâ ve hep sürmüyor mu ? Dışarıya çıkmaya bile gerek yok : ÜCRA ‘ dolanmak yeter."
***
"Mustafa Irgat arada sırada gelip bir sigara içiyor, sonra başka bir odaya gidiyordu ....parıltısını yitirmeyen yıldızlar da var: Haydar Ergülen'in “Bahçeli ..." diye gidiyor
***
İlhan Berk'in Başlangıçtan Bugüne Beyit-Mısra Antolojisi (Varlık, 2003), sf.120
***
"Söz Mustafa Irgat'a geldi; ölümünden birkaç ay önce, Express'e uğradığı sıralarda tanışmıştım... Yeşil siyah ağırlıklı patetik resimleriyle basılmış bir takvim hatırlıyorum hayal meyal derginin duvarında... İbo "Anladım ki, bu hayatta hiçbir şeyi çok fazla takmayacaksın; Mustafa annesi için çok üzülüyordu." dedi... Sustum..."
***
Enis Batur, "Ancak Rûmun Şuarası..." (Cumhuriyet, 21.7.2002) yazısından:
"1975'de, Zürih'ten Mustafa Irgat'a gönderdiği [Ece Ayhan] bir kartpostala, İzgan Baz'ın kırılan bacağının alçısına yazdığı cümleyi aktarmış: 'İnsanlar ölüme karşı da örgütlenmişlerdir'. Daha ağırı, İnsanların Hayat!a karşı örgütlenmeleri değil miydi?"
***
Enis Batur, "Elliavart Etéop El" (Akşam-lık, 2003) yazısından:
"Şu oluyor: Sınıfta canı sıkılan dışarı çıkmak istiyor. Sınıf boktan ve gerçekten çok can sıkıcı, en sıkı arkadaşlar dışarıda, eskiden taşrada şiir mi olurdu: Mehmet Taner (Ankara), Hüseyin Ferhad (Adana), Nuri Demirci (Bursa), Azâd Ziya (Diyarbakır), Azer Yaren (Ordu), bu da say say bitmeyecek. Sert biir şiir İstanbul’da da yazılabilir ayrıca: Mustafa Irgat’ı anımsıyor musunuz?"
***
Ahmet Oktay, İmkansız Poetika (İthaki, 2008) sf.164'te 'şiirimizde durgunluk mu var' sorusuna cevaben Irgat'ıda anıyor anaforlar bâbında: metnin elektronik kopyası
***
7 Mart 1995 tarihli Milliyet Gazetesi'nden (sf.17):
Aykırı bir şair ve ressam: Mustafa Irgat
KUŞAĞININ aykırı şairi Mustafa Irgat, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamadı. Cahit Irgat ve Mina Irgat'ın oğlu olan 1950 doğumlu şair/ressam Mustafa Irgat, Türk Sinematek Derneği'nde ve Cumhuriyet Gazetesi arşivinde çalışmış, metin yazarlığı yapmıştı. Son olarak Yapı Kredi Yayınları'nda çalışan Irgat'ın Ait'siz Kimlik Kitabı adlı bir şiir kitabı vardı. Genç sanatçının resimleri de geçtiğimiz ay Yapı Kredi Beyoğlu Sanat Galerisi'nde sergilenmişti. [Peşisıra "Temsil Edilemeyen'e" konmuş]
***
13.2.95 tarihli Milliyet'ten Irgat'ın sergisi haberi:
***
1.6.73 tarihli Milliyet Sanat'ta, Mustafa Öneş'in "Sanat Dergilerinde Şiir" yazısından:
***
30.9.93 tarihli Milliyet'te, sf.20: 66Kare Sergisi haberinden Irgat'ın resmi ve haberin metni:
***
bkz. Ahmet Güntan'ın cevabı: oku"Ece Ayhan’ın tüp şairleri" Bir Edip Cansever incisi. Mustafa Irgat ve İzzet Yasar için döktürmüştür.
***
"Mustafa Irgat, düşlerini düşüncelerinin cehenneminde kanatlarından adam, henüz 40’lı yaşlarının merdivenlerini göçertip gittiğinde dünya konukluğundan; dolabında üstlerine salça sürülmüş iki dilim ekmek varmış sadece; ben Ece Ayhan’ın yalancısıyım."
***
Ece Ayhan, Morötesi Requiem -Ağzıbozuk Bir Minyatür-, YKY 2005
"Laf aramızda, şimdiki insansız Eceabat kasabası İtalyan gerçeküstücü ve çılgın ressam Chirico’nun resimleri gibidir (bu ilginç benzetme ‘paramparça’ ressam Mustafa Irgat’ındır. Kız arkadaşı Ayşe Şiir’le Behramkale’ye geçiyormuş). Hemen hemen ortalıkta insan yoktur, zaman zaman insanların gölgeleri yansır uzamış o kadar."
***
Ebuzer Saray'ın "Şiirle Güzelleşecek bir Dünya" (Suluca Karahöyük Gazetesi'nde 31 Ocak 2006, sf.5 ) yazısından:
Pek çok şiir (sever) okurunun belki de ismini dahi duymadığı, antolojilerde de pek ismi geçmeyen bir şairdi Mustafa Irgat. Yine kendisi gibi şair Cahit Irgat ile yazar Mina Urgan'ın oğludur. Mustafa Irgat 1971 yılında Yeni Dergi'de ilk şiirini yayınlıyor. Daha önceden, henüz şiirlerini yayınlamaya başlamadan evvel sinema üzerine yazılar da yayınlıyor. Hatta bu yazılarını Duhuldeki Deney isimli kitabında bir araya getiriyor. Şiirlerini ise Enis Batur'un zorlamasıyla kitaplaştırıyor. Bu kitabı onun ölümüne değin tek şiir kitabı oluyor. Aitsiz Kimlik Kitabı 1993 YKY Her iki kitabı da yeni baskıları olmadığı için ulaşılması pek mümkün görünmüyor. Ama yine de bu iki kitabı bulabilmiş sayılı okur onun şiiri ile sinema üzerine düşüncelerini anlamak adına kendilerini şanslı sayabilirler.
Sinema üzerine düşünmüş ve yazmış olması onun şiirini de derinliğine etkilemiş olduğu gerçeğini ortaya koyar. Sinemanın ve hatta bazı özel yönetmenlerin kullandığı dili fonetik şiir dili olarak kullandığını dahi söyleyebiliriz. Sinemadaki kimi bağlantısızlıklar, kunt yapı onun yazı ve şiirlerinde de gözlemlenmektedir. Ece Ayhan şiirine bir akraba bakış geliştirmiştir. Bu bakıştan yola çıkarak kendi şiirinde dilsel kırılganlığın seyrini anlam ve anlam artlamaları ile yansıttığını söylemek mümkün.
Belki Ece Ayhan şiirinde tarihsel arkaplan ağır basabilir ama Ece Ayhan ile Mustafa Irgat şiiri, dilin hem fenomen hem kılgısal anlamda kendi başınalığını metaforik özelliklerle önümüze ve belleğimize serer. Bu gün Ece Ayhan şiirini Mustafa Irgat'ın kendi içine dönük aşkın şiiriyle okumak mümkün. Ya da Ece Ayhan şiirinin bir üst okuma sözlüğüdür Mutafa Irgat şiiri.
Mustafa Irgat hakkında; Konya'da yayınını sürdüren - sanırım artık çıkmıyor - Ücra isimli fanzin dergiyi çıkartan Murat Üstübal ile Bülent Keçeli'nin dergilerinin atölye dikteleri incelenerek de bilgi edinilebilir. Yine ayrıca sevgili Seyhan Erözçelik'in çıkartığı Şiir Atı dergisinin 2004 Yaz kitabının dosya konusu Mustafa Irgat olduğu için onunla ilgili yazar arkadaşlarının görüş ve anıları yer almış, bu sayı edinilerek te Mustafa Irgat hakkında bilgi edinilebilir.
Bugün hala şiire umarla yaklaşmayı deneyen bakış açıları, şiirin tanıma gelmez yapısından ötürü; kendi içine açılan ve şiirin bir anlatı ve anlam kurgusu beklentisi içinde olanlar için Ece Ayhan ve Mustafa Irgat şiiri zor bir şiir olarak algılanacaktır. Bu konuda halen yaşayan en büyük şairlerden şiirimizin uç beyi İlhan Berk’in yazılarını okumaları gerekmektedir
Şiirin bir yazın türü olarak anlatı sanatı olmadığını, anlatılmak istenilenin başka yazın türleriyle anlatılabileceğini, şiirin sezgiyle, çağrışımla, ses-dil ve yapısal semantizm ile ilgililiği bunun sağlamasını ortaya koyacaktır. Şiirin durağan bir şey olmadığını bilebilecek yeni şiir okurlarına ihtiyaç vardır. Günümüz şiir okuru yazanla sınırlı kalmamalıdır.
Şiir pratiğinin teslimiyetçilikten uzak olması onun muhalif tavrını da ortaya koyuyor. Ama şiir yazanın kendinden önceki yapıya bir eklemlenme sıkıntısı yaşamaması, genç şiir yazar-okurunun kültürel donanımı onu sınırların da ötesine geçirecektir. İtirazı olmayan nerde durduğu belli olmayan şiir ve dili onu tekdüzeliğe kaydırabilir. Şair dilini kurduğu şiir yapısını geliştirmekle yükümlüdür. Şiir bir serüven işidir hayatı hayata açımlarken uğradığı güzergâhlar unun durağan ya da süreğenliğinin belirleyicisidir.
Nedense her yıl yayınevleri kitap satış grafiklerini çıkarttıkları zaman şiir kitaplarının satışının diğer kitaplara oranla daha düşük olduğunu ortaya koyarlar. Şiir kitapları satılmıyor endişesi yinelenir durur.
Ama şiir, okurunu her nasılsa bulacaktır. Yetkin olan ya da olmayan her türlü şiir kitapları kitabevlerinde okurunu beklemektedir.
Bu sefer de şair Mustafa Irgat’ı konu alan bir yazı oldu belki merak eden olur diye söyleyeyim Ece Ayhan’ın bütün şiirleri ölümünden sonra YKY dan Bütün Yort Savular adı altında yayınlandı. Mustafa Irgat’ın kitabını ise yukarıda bahsettiğim gibi yeni baskısı olmadığı için belki yakın zamanda ulaşılması zor gibi görünüyor.
Şiirle güzellenecek bir dünya için…
***
Erdoğan Kul'un "Ece Ayhan'ın Şiirleri Üzerine bir Araştırma" (yayinlanmamış doktora tezi, Ankara Üni., 2007)
sf.211;
Belediye sairi, belediyeli sair: Sairin Hilmi Yavuz ve Özdemir nce için kullandıgı ama aynı zamanda genellestirmek de istedigi bir niteleme. Resmi kurumlarda, özellikle belediyelerin sanatla ilgili birimlerinde danısmanlık yapan ve bunu da siir adına bir yetki gibi kullanmaya çalısan sair. “Mustafa Irgat çok kızmıs! Ne kızıyorsun ya? ‘Belediye sairleri, bunlar yaparlar’ dedim. Belediyeli sairler.” (Siirin Bir Altın Çagı, s.142.)
sf.212;
Kara sair: Genel toplumsal yapının ve toplumsal çizginin dısında duran,gerçeklige gözü kara bir biçimde yaklasan ve karamsar bir bakıs açısına sahip olansair. “Simdi ‘Kara Sairler’ var. Nilgün Marmara, küçük iskender, Celal Gözütok,Turgay Özen, Sami Baydar, Mustafa Irgat, Asi Balkar, Mehmet Müfit, Mustafa Ziyalan, (sokak sairi) Hüseyin Avni Dede, Murathan Mungan.” (Siirin Bir AltınÇagı, s.136.)
sf.213;
Marjinal sair: Düsünce, eylem ve yasam biçimiyle mevcut yapı veegilimlerden bütünüyle uzak duran, yazdıklarıyla da çizgidısı oldugunu ortaya koyansair. “Cahit Irgat’ın oglu Mustafa Irgat, bana ‘marjinal sair’ Hayalet Oguz’un bumasaya, sabah erkenden içki içmeye baslayanların hemen herkesi orada kesipbiçtikleri için, ‘cinayet masası’ adını taktıgını söylemisti.” (Siirin Bir Altın Çagı,s.18.)
sf.214
Paramparça sair: Gerçegi bulmak ugruna kendini parçalamıs olan sair. “Birgün Mustafa Irgat adlı çok ilginç ve ‘paramparça bir sair’e ‘Denizaltı’nın ya dadenizaltılar’ın su yüzüne nereden ve nasıl çıkacagını bilemeyiz’ demistim.” (Aynalı Denemeler, s.11.)
***
"Bresson’un Yankesici adlı başyapıtını izlemiş olanlar (Mustafa Irgat’ın en sevdiği filimdi bu), usta yönetmenin hırsızın ustalığına bir tür ürpertiyle sokulduğunu farketmişlerdir."
***
Mustafa Irgat’ın Ait’siz Kimlik Kitabı, konvansiyonel şiirden gerek semantik gerekse sentaks boyutuyla uzaklaşan avangard bir dili tecessüm ettirir. Söylemi belirsizleştiren ama paradoksal şekilde de söylemleşme imkanlarını kollayan bir dildir bu. Deneyselliği ise sözcük oyunları (deformasyonları) ve sentaksın parçalanmasıyla hemen hemen sınırlanmış durumdadır. Bu anlamda (yani teknik bağlamda), Irgat’ın şiirini Ece Ayhan şiirinin daha girift, daha avangard bir versiyonu sayabiliriz. [Peşisıra "(Hür) Şeref... İmzayı" şiirinin son dörtlüğü alıntılanıyor.]
***
Ece Ayhan [kaynak]
Asu Maro'nun Semih Kaplanoğlu yazısından:
Murat Üstübal'ın
Bülent Keçeli'yle söyleşisinde:
OKU
Ahmet Güntan'la söyleşisinde:
OKU
Yavuz Altınışık'la söyleşisinde:
OKU
***
Sebnem Susam-Sarajeva'nın Theories on the Move: Translation's Role in the Travels of Literary Theories (Rodopi 2006) kitabında sf.109'da Barthes çevirmenleri arasında anılıyor.
***
Şiir antolojisi / Yılmaz Odabaşı .-- İstanbul : Scala, 2000. 639 s. ; 20 cm. -- (Emek Kürsüsü Dizisi : 13) Yapıt adı başında: 1975-2000 Son Çeyrek Yüzyıl ISBN 9757132853
sf.186'da ''Temsil Edilemeyen'e'' bulunuyor.
***
"Mustafa Irgat bir gün bana Sevmek Zamanı Metin Erksan’ın en iyi filmidir demişti, tam İkinci Yeni’nin karşılığıymış. Oysa Sevmek Zamanı, Metin Erksan’ın en iyi filmi falan değil."***
Asu Maro'nun Semih Kaplanoğlu yazısından:
Dönüşte hayatını çok etkileyecek bir kapı açılır önünde. Mustafa Irgat ve Ece Ayhan ile birlikte Cihangir’de büyük bir daire kiralarlar. Ressamların, şairlerin gelip gittiği, politika, sinema, edebiyat konuşulan bir ev... İki senenin sonunda kendi evine ve mesleğine geçer. Belgesellerde kamera asistanlığı yaparken bir yandan da plastik sanatlar üzerine yazılar yazar. Ara sıra da bir reklam ajansına girip 6 ay çalışarak gene özgürlüğünü ‘satın alır’. [kaynak]***
Murat Üstübal'ın
Bülent Keçeli'yle söyleşisinde:
OKU
Ahmet Güntan'la söyleşisinde:
OKU
Yavuz Altınışık'la söyleşisinde:
OKU
'Postmodern Şiir Hayaleti' yazısında:
'Görsel Şiir Üzerine' yazısında (Siyahi'den):
***
Bülent Keçeli'nin 'Yabancı Dil' yazısında
***
Sebnem Susam-Sarajeva'nın Theories on the Move: Translation's Role in the Travels of Literary Theories (Rodopi 2006) kitabında sf.109'da Barthes çevirmenleri arasında anılıyor.
***
Şiir antolojisi / Yılmaz Odabaşı .-- İstanbul : Scala, 2000. 639 s. ; 20 cm. -- (Emek Kürsüsü Dizisi : 13) Yapıt adı başında: 1975-2000 Son Çeyrek Yüzyıl ISBN 9757132853
sf.186'da ''Temsil Edilemeyen'e'' bulunuyor.
***
Celâl Soycan Ücra’nın sorularını yanıtlarken:
Kimi sanatçıların sözlük anlamıyla Şizofren olduklarını biliyoruz. Ama burada hastalık fiziksel bir olgudur ve yaratım sürecine mutlaka sızsa da belirleyici, tanımlayıcı, açıklayıcı değildir; hele bir “yaratı biçimi” hiç değildir. (Bu noktada Modernizmin genel olarak hastalık, delilik, suç ve suçluluk konularına ilişkin kurumsal/dizgeli programını ve düzen kutsayıcı otoritesini hep “aklımızda” tutuyoruz.) Ama hemen anımsanmalıdır. Van Gogh’tan Baudlaire’e, Proust’tan Fikret Mualla’ya, Sevim Burak’a, Beckett’e, Sadık Hidayet’e, Ece Ayhan’a, Mustafa Irgat’a ve daha nice “şizofrenik” çığlığa bitişen yaratma sürecindeki bilinçlilik, malzemeye hükmetme çabası, aşma iradesi hâlâ ve hep sürmüyor mu? Dışarıya çıkmaya bile gerek yok: ‘ÜCRA’ dolanmak yeter.
Ücra-16, Temmuz 2004
***
Melih Cılga friendfeed'den
Aramızdan ayrılmasından bir yıl önce, 1994’te Express dergisine uğradığı bir gün tanışıp ayaküstü sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Tanışmadan önce de adını çok duymuştum zaten, bir tür canlı efsaneydi kendisi. Türkçenin belki de en “kapalı” ve çok katmanlı şiir kitaplarından birini yazmıştı: “ait’siz kimlik kitabı”. Edebiyatçı Mina Urgan ve sinemacı Cahit Irgat’ın oğluydu. Şair (ve eski reklam yazarı) İzzet Yasar, bir kitabını Mustafa’ya ithaf ederken şunu demiş: "Bana bir filme bakmakla bir şiire bakmak arasında fark olmadığını öğreten Mustafa Irgat'a..." Yanılmıyorsam yukarıdaki fotoğraf da ‘86 ya da ’87 gibi, Ece Ayhan ve Semih Kaplanoğlu ile Cihangir’de ev arkadaşı olduğu günlerde çekilmiş olabilir.
***
***
Melih Cılga friendfeed'den
Aramızdan ayrılmasından bir yıl önce, 1994’te Express dergisine uğradığı bir gün tanışıp ayaküstü sohbet ettiğimizi hatırlıyorum. Tanışmadan önce de adını çok duymuştum zaten, bir tür canlı efsaneydi kendisi. Türkçenin belki de en “kapalı” ve çok katmanlı şiir kitaplarından birini yazmıştı: “ait’siz kimlik kitabı”. Edebiyatçı Mina Urgan ve sinemacı Cahit Irgat’ın oğluydu. Şair (ve eski reklam yazarı) İzzet Yasar, bir kitabını Mustafa’ya ithaf ederken şunu demiş: "Bana bir filme bakmakla bir şiire bakmak arasında fark olmadığını öğreten Mustafa Irgat'a..." Yanılmıyorsam yukarıdaki fotoğraf da ‘86 ya da ’87 gibi, Ece Ayhan ve Semih Kaplanoğlu ile Cihangir’de ev arkadaşı olduğu günlerde çekilmiş olabilir.
***
Halit Bedirboz'un Papirüs'te (Aralık '99) yayınlanmış yazısından (sf.28)
A.Halit Bedirboz
Aralık.1999
Aralık.1999
“Dost, Sevgili Arkadaş Mustafa Irgat’ın Anısına.”
“Bir yabanın sözlüğü”
Yıllar önce, bir akşam sabaha kadar Mallarme’ yi Konuştuk;
” Bir zar atımı yok edemezsin asla rastlantıyı“
” Bir zar atımı yok edemezsin asla rastlantıyı“
Sabah 1 Mayıstı.
“-Haydi Mustafa gidelim, çıkalım meydana.Yasak da olsa, nasılsa çıkacaklar alanlara.
-Dur gitmeyelim. Ne olur n’olmaz ateş açarlar, belki vururlar bizi .
-Hayır, bizi değil Mustafa, bir zar atımı içimizden birileri .
“-Haydi Mustafa gidelim, çıkalım meydana.Yasak da olsa, nasılsa çıkacaklar alanlara.
-Dur gitmeyelim. Ne olur n’olmaz ateş açarlar, belki vururlar bizi .
-Hayır, bizi değil Mustafa, bir zar atımı içimizden birileri .
...
Dostluk - Serçe parmak serçe parmağa değince, diyen Mustafa Irgat...
---
---
ŞİİRİ ANONİMLEŞTİRMEK
(sonurgu)
Sinan ULAKCI
Kırbacı kaldırdı vurdu,
Yağız at hemen fırladı oradan.
Dönerek yükselen duman
Göğün maviliğini karartıyor;
Yağız atın yelesinden
Ateş fışkırtıyor.
Burun deliklerinden duman püskürtüyor
Dönemin şiirini kuşatmış Faruk Nafiz Çamlıbel’in bu şiiri okuyamamasının farklılığı sağlanamazdı; metinlerarasılık bağlaşıklığını yapı oluşumuna geçirgenlik sağlayan, üst anlama dolayımlı metinlerin, anonimleşmesini kurgulayabiliyor isek.
Anatole France, “İyi eleştirmen: ruhunun, başyapıtlar arasında geçen serüvenini anlatan kişidir” diyebilir; bizim eleştiri tarihi diye de adlandırabileceğimiz (adlandırabiliriz!.. töz!) şey’i biraz öyküleştirerek: o kadar!..
Ayırdında bulunabilinecek; olgu değil, şiirin atölye işlevselliğinde anonimleşmesinin gerekliliğidir.
Yapı: bir şairin - yazdığı değil; anonimleşmesidir. Şiirin kolektif farkındalığı, şairin biçem telaffuzunun öngörüsünden kurtulup anonimleşmektir.
(Türk şiirindeki bu atölye eksikliği, doksan kuşağını, bu vasfından [yer-yer] mahrum bırakmıştır..)
Doksanların birçok şairi için azımsanmayacak ayrım: İzzet Yaşar ve Mustafa Irgat’ın; Ece Ayhan’ın şiirini anonimleştirmesinin yapısallığının, ayırdında olamaması.
İzzet Yaşar ve Mustafa ırgat; Ece Ayhan’ı anonimleştirmiştir.
Metinlerarasılığını da: mahrumlaştırmayarak yapıbozum’laştırmak:
Ece Ayhan’ın şiirini yapı olarak algılamamız {tahakkuk, tahallül, tahakküm}dır…
İkinci yeni adını taşıyan söylem bütünlüğü, en azından göstergebilimden yoksun: [en] estetik algılayışla ‘biçem’ciliği tasavvur eder. (‘biçem’ adlandırması: metnin göstergelerini formülüze eden üst oluşu, değişkenleştirmez.
İkinci yeni [dar anlamda] nin göstergeler ve ‘biçem’ yorumlamasının ötelenmişi olarak algıladığımız özgür poetika üretimini; yapıbozum türevi görmeksizin üretmek: anonimleşmektir…
Poetika tahakkümü; şairin şiir yazma [biçemi] olmasından ayrıksanarak, yapısal aktiviteyi doğurmasıdır..
Tahakkümü kurulacak şey ise; metinlerarasılıkla sınırlandırılamayacak; göstergelerden arınmış; (yapı şiir) anonimleşmiş şiirdir.
Ücra
Eylül - Ekim / Sayı: 31 / 2009
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)